Yatılı okullarda, askerlikte, yurt içi gurbet işçiliğinde ve 1960 sonrası yurt dışı hasretliklerde yaşayanlarda mektup yazma, mektup alma apayrı bir haz konusuydu. Hatta iple çekilen mektup gelme ve posta dağıtım zamanları. Bu mektuplarda kullanılan kalıplaşmış ifadeler hep takılma ve gırgır konusuydu aramızda. ''Büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperim, ortancalara bişi yok'' gibi; ''Anama selam, babama selam, para isterim vesselam'' gibi.
İvriz Köy Enstitüsü
Pek çok okul anısında yaşanmış olabilir ama bizim okulumuz İvriz'de hep anlatılan bir mektup örneği vardı: Bir öğrenci mektup yazmış babasına: ''Okulun penasını kırdım, onu ödemem gerek; acele 15 lira gönderin, bana''. Adam telaşlanmış, para postayla gidinceye kadar ben giderim diye kalkıp İvriz'e kadar gelmiş; doğru idareye: Benim oğlan böyük bi halt işlemiş, mektebin bişeyini gırmış, onun için geldim''. Müdür muavini kendilerine böyle bir olay intikal etmediği için merak etmiş, ''nedir bu kırılan şey'' diye. ''Otur baba, merak etme, bakarıız şimdi'' Oğlanı çağırmışlar apar topar sınıfından. O zamanlar idareden çağrılmak çok önemliydi; mutlaka altında bir suç unsuru, kuşkusu-korkusu olurdu her çağrılmada. Korku içinde gelmiş öğrenci. Muavin odasında babasını görünce daha da korku ve merak sarmış, eli ayağı titremekte. ''Ooolum bak baban ne diyor, sen okulun bişini kırmışsın, öyle yazmışsın adama, panikle taa buralara gelmiş''. Yutkunmuş çocuk, ne diyeceğini, yalanını nasıl anlatacağını düşünmek için çok kısık bir sesle; ''Ööörtmenim şey, onu sona size söylesem''. Konuyu anlamış öğretmen hemen. Kendisi de böyle yatılı okullardan yetiştiği için. ''Haaa anladııım'' merak etme, ben babana anlatırım konuyu, uygunca'' ''Hadi sen çık, ben babanla biraz sohbet edeyim, senin yanına gelir, konuşur, hasret giderirsiniz''.
Babaya dönüp '' işte böyle bazı yaramazlıklar yapıp ufak tefek zararlar yaratıp, ardından da anaları-babaları telaşa veriyorlar. ''Bakabilir miyim yazdığı mektuptaki kırdığı şeye'' Dörde katlanmış mektuba ve babanın işaret ettiği cümleye bakmış; gülsün mü, suratını assın mı, bilemeden; ''vay kerata vay, merak etmeyin, ta buralara kadar zahmet etmişsiniz. Biz onu sizin hatırınıza hemen hallederiz''.
Köyden, işlerinden söz etmişler biraz. Sonra kapıya uğurlamış babayı ve dışarıda bekleyen öğrenciyi içeriye çağırıp ''Babana da kimseye de konuyu, ve o bahaneyi bir daha açma. Baban senin yazdığını gerçek sansın, ama bir daha böyle dalavere yok, ha.''
Ben de yıllarca yatılı okullarda okuduğum, öğretmenlik ve yöneticilik görevinde bulunduğum için baştan sona bildiğim, anlatılan pek çok örnekten biri bu.
Başkaları da vardı ilginç uygulamaların, mürekkepli kalemle mektup yazıp kağıdın üstüne su damlatarak, ''sizleri çok özledim, sizler için her gün ağlıyorum; bu mektubu da ağlayarak yazıyorum'' numarasıyla duygu sömürüsü çekenler. İleri sınıflarda yavuklusuna özene-bezene yazdığı mektubun bir kenarını kibritle yakanlar; sağına soluna resimler yapanlar. Bu okullarda yazı dersine önem verildiğinden, mektubun güzel yazı ile yazılması, hatta resimlenmesi için özellikle yönlendirilirdi öğrenciler. Çok başarılı resimli ata sözleri hazırlanırdı.
İçeriği öyle ya da böyle ne olursa olsun, mektup yazmanın, almanın, onu bir kenara çekilerek beş-on kez okumanın hazzını ancak yaşayanlar bilir. Bir yatılı okul öğrencisi, bir asker için arandığını, adam yerine sayıldığını, özlendiğini, sevildiğini hissettiren bir duygu belgesi. Dağıtım saatlerinde mektup alamayanların nasıl hüzünlendiğini de iyi bilirim.
*
Arifiye Öğretmen Okulu
Arifiye Öğretmen Okulu'nda öğretmendim elli yıl önce, ana binada ikinci katta sınıfların arasında dört duvar, bir yatak, küçük bir oda vermişlerdi bana. Ancak bütün öğrenciler etütlerden çıkıp, yatmaya gidince kullanabildiğim bir yer. Binanın da yakınından sık sık geçen tren yolu. Arifiye en işlek tren istasyonuydu, sanırım hala öyledir. Her trenin o kalın sesi yanında, binayı sallayan şiddetli titreşimi. 1967 depremi yeni yaşanmıştı, bu nedenle her sarsıntı ''deprem'' diye uyandırıyordu uykudan beni.
Bunları bir şikâyet, sızlanma konusu olarak yazdım uzun bir mektubumda Vedat Can'a. Sınıf arkadaşımdı ve ben Arifiye'yi, o da Kayseri Pazarören Öğretmen Okulu'nu çekmiştik kurada. Türkiye'nin Köy Enstitüsü geleneğinin, ritüellerinin sınırlı da olsa devam ettiği nitelikli okullardı o yıllarda ve bana göre her saati hem öğrenci, hem de öğretmenler ve özellikle genç öğretmenler için eğitim atmosferiydi. Bir süre sonra uzunca bir mektupla yanıtlarken ''O senin şikaaat ettiğin tren sesi ve gürültüsü medeniyyet sesidir, medeniyyyet. Biz burada ona da hasretiz yav.'' Bir daha da kimseye bu konuda sızlanmadım.
Mektuplar anılar manzumesidir; şimdi duyumsadığım gibi. Sevgili Vedat Can yok artık. Telefonun anlık, mekanik iletişimi ile benzeşemez, güzel bir mektubun yerini hiçbiri tutamaz. Duyumsama, onu ifade, yazarken yaşanan iç kimya. Düşünce paylaşımı.
Mektup sadece ''Nassın, eyi misin'' değildir kuşkusuz. Duygu, elbette vardır bir yerlerinde ve çok gereklidir; ama asıl düşünce paylaşımı mektup kavramını edebi türler içine aldığı için dünya ve Türk edebiyatında önemli türlerden biridir. Burada yer verdiğimiz gibi yazın dünyasına kitap olarak sunulmuş; edebiyat tarihinde çok önemsenen güzel örnekleri var; mektup geleneğinin.
Bireysel ya da toplumsal, her türlü yazılı ya da görsel iletişimi amaçlayan bir anlatım yolunu tanımlar mektup. Bu özelliği ile yazının icadıyla başlayan, kil tabletlerde, papirüslerde kayıtlanan; savaşlara, anlaşmalara, elçiler aracılığı ile toplumlar, devletler arasında somut ilişki belgesi olan tarihi bir geçmişe dayanır. Firavunlar Mısır'ı ile Hititler arasındaki ilk yazılı anlaşma sayılan Kadeş Savaşı ve anlaşması gibi. Yazılı tarihi belgeler mektup örneği sayılır. Eldeki en eski örnekler; Mısır firavunlarının diplomatik mektupları (MÖ 15. - 14. yüz yılları) ile Hitit krallarının Hattuşa (Boğazköy) arşivinde bulunan mektuplarıdır. (seledebiyat.blogcu.com/turk-ve-dunya-edebiyatinda-mektup-turunun-onemli-tems/2547205)
Daha sonraki yüzyıllarda sınırlı tanımıyla da daha çok kişisel; iki kişi arasında ya da kişiler arasında geçen, mahremiyet-gizlilik içeren bir özellik taşımakla birlikte günümüze kadar gelen süreçte diğer yazın türleri gibi her türlü anlatımı ve iletişimi temsil eden edebi eserlere dönüşmüştür.
Türk edebiyatında mektup türü bazı araştırmalarda Fuzuli'nin Şikayetname'si örnek olarak verilir. Maddi sıkıntı çektiği için Kanunî`nin fermanlarına tuğra yapan nişancıbaşı Celâlzâde Mustafa Çelebi`ye de Şikâyetnâme adıyla ün yapmış, dokunaklı bir eleştiri örneği olan mektubunu yollamadan edemedi. Bu eser, o zamanın resmî dairelerinde insanların nasıl çalışmadıklarını gösteren dili ile sanatlı, edebiyat değeri yüksek bir belgedir.
Bu şikayetnamedeki "selam verdim rüşvet değildir deyu almadılar" sözü, maalesef toplumumuzdaki şahıslar ve devlet kademelerindeki görevliler için hala yaşayan bir gerçektir.( seledebiyat.blogcu.com/turk-ve-dunya-edebiyatinda-mektup-turunun-onemli-tems/2547205)
Batı edebiyat geleneğinde çok önemsenen bir yazım türü Batı ile ilişkilerin artmaya başladığı Tanzimattan sonra bizim edebiyatımızda da yer almıştır. ''Tanzimat’tan sonra ilk ilgi çekici mektup örnekleri Akif Paşa’ya aittir ve bu mektuplar 1885’te yayımlanmıştır. Sonraki dönemlerde de ünlü kişilerin mektupları kitap halinde basılmıştır. Namık Kemal’in “Hususî Mektuplar”, Abdülhak Hamid Tarhan’ın “Mektuplar”, Muallim Naci’nin “Muhaberât ve Muhâverât” adlı eserleri bunlara örnek gösterilebilir ''. (turk-edebiyatinda-mektup.nedir.org/)
Türk Edebiyatından bazı temsilcileri alabiliriz: Namık Kemal, Ziya Paşa, Halide Edip, Cahit Sıtkı Tarancı, Abdülhak Hamit Tarhan. Bu değerlerden sadece bir iki örnekle yetineceğiz.
''Namık Kemal, İstanbul’da , Avrupa’da, bilhassa Kıbrıs’ta sürgündeyken Magosa, Midili ve Sakız’da üstadlarına, dostlarına, babasına ve çocuklarına çok sayıda mektuplar yazmıştır.
Bu mektuplar zaman zaman, bir gazete neşriyatı kadar tesirli ve devamlıdır. Namık Kemal’in çok hususi mektup yazma zevki ve alışkanlığı vardır. Aynı mektuplar Namık Kemal’in kendi hayatı ve şahsiyeti kadar, devrin fikrî, siyasî ve edebî hayatını da kuvvetle aydınlatan vesikalardır.'' (seledebiyat.blogcu.com/turk-ve-dunya-edebiyatinda-mektup-turunun-onemli-tems/2547205)
Çağdaş edebiyatçılarımızın, yazar ve şairlerimizin pek çoğunun önem verdikleri bir alandır mektup. Memduh Şevket Esendal, Nazım Hikmet, Sait Faik, Mina Urgan, Sabahattin Ali, Fikret Otyam, Atilla İlhan, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Salah Birsel, Cemil Meriç, Erdal Öz.
''Gülün Solduğu Akşam''a özellikle değinmek istiyorum. Benzer travmalar başka başka boyutlarda yaşandığı için.
Erdal Öz'ün 1971'de tutuklu olduğu Mamak Cezaevinde Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan ve diğer arkadaşlarıyla geçirdiği sürede aldığı notlar, cezaevi günlüğü, mektuplar, anıllardan yola çıkarak yazılmıştır. Kitap adını Turgut Uyar'ın şu dizelerinden alır.agk.
''Herkes ne zaman ölür
Elbet gülünün solduğu akşam''
*
Türk edebiyatında trajik ölümü her andığımda beni çok üzer; Sabahattin Ali'nin. Onun eşi ve biricik kızına mektupları da alanında önemli bir eser.
Hayatının önemli bir bölümü hapsanelerde geçen Nazım Hikmet'in Piraye'ye yazdığı mektuplar aşkı olduğu kadar, yaşadığı haksızlıkları, koşulları, acıları, özgürlüksüzlüğü anlatan belgesel özelliği olan eserlerdir.
Dünya edebiyatında Gustave Flaubert'den-Louise Colet'e, Charles Bukowski'den- Linda King'e, James Joyce'dan-Nora Barnacle'ye, Frida Kahlo'dan-Diego Rivera'ya, Jean Paul Sartre'den-Simone de Beauvoir'e, Virginia Woolf'dan-Vita Sackville'e (Woolf'un romanı Orlando, 'tarihteki en romantik aşk mektubu' olarak anılıyor). Benjamin Franklin'den-Madam Brillion'a, Ernest Hemingway'den-Mary Welsh'e, Sigmund Freud'dan-Martha Bernays'a yazılmış özellikle aşk mektupları önemli bir yer tutar Batı edebiyatında.
Sanat alanında da önemli mektup geleneği var. Teo'ya Mektuplar, Franz Kafka'dan Milena Jesenska'ya, gibi. Bizden de Bedri Rahmi'nin mektupları gibi.
Aşk mektupları gibi özele bağlı mektuplar önemli olmakla birlikte; asıl, yazanların, düşünürlerin ruhsal durumlarını, dünya görüşlerini, topluma, insanlığa, yaşama bakış açılarını analiz edebileceğimiz çok zengin bir edebi kaynak sayılıyor bu mektuplar ve mektupların derlenmesiyle yayınlanan kitaplar.
*
''Zaman, çağdaş teknolojilerin yeni olanakları, fırsatları ve kolaylıkları böyle böyle yaptı'' deyip kendimize göre bahaneler, gerekçeler uyduruyoruz; ama mekanik iletişimin veremediği içsel iletişim, duygu ve düşüncelerin yazılı ifadesi gibi insanî kazanımlar gittikçe kayboluyor, farkına varabildiğimiz, varamadığımız erozyonlar arasında.
Konunun bir başka boyutuyla teknolojik gelişmelere ve onun getireceği olanaklara sırtımızı dönemeyeceğimize göre; mekanik ve teknolojik iletişimle sağlandığı sanılan mektuplaşmanın da böyle edebî bir belge haline gelmesi en azından yazılanların kalıcılığı, belgeliği, bireysel ya da toplumsal bellek açısından önemli.
Bu bağlamda elektronik iletişimde her yazdığımı ben bu gözle, bu duyguyla değerlendiriyorum. Mektup gibi yazmaya özen gösteriyorum. Bir anlamda mektup yazarken izlediğim yolun devamı gibi benim açımdan. Okuyan ''fırt' diye geçivermesin. Aklında-beyninde bir sözüm, bir cümlem kalıversin, hatta bazı yerlere doğru gidiversin duygu ve düşünceleri; mektubumla bağdaşık olarak.
Biz ne yapalım, ne edelim; teslim bayrağını çekivermeyelim; biraz direnelim, insanî değerlerimizi devam ettirmeye; elimizden geldiğince.
Prof. Hasan Pekmezci
19 Şubat 2021, Ankara