Yoksul bir Anadolu kentinden çağdaş bir başkente. Bu ülkenin ''Kutsal İsyanı'' sayılan Kurtuluş Savaşlarının bütün sancılarının yaşandığı, Cumhuriyet'in ve devrimlerin, doğduğu, büyüdüğü ve geliştiği kent. Türk ve Türkiye kimliğinin odak noktası.
Bir kentten öte, bulunduğu Asya uzantısından genç-çağdaş Cumhuriyet’in yarattığı güçlü çekim merkezliğinde; Ortadoğu'dan Asya içlerine ve Kuzey Afrika ülkelerine uzanan etkisi ile çağdaşlaşmanın simgesi. Genç bir Cumhuriyet’in, çağdaş bir ülkenin başkenti; bu özelliğini nasıl kazandı? Çok söylenegelen bir anlatımla ''Nereden-nereye, nasıl geldi’’?
Bu konuda çok sayıda fotoğrafa bakmaya gerek kalmadan sadece bir iki görsel bile bu soruların en kısa yanıtı sayılabilir.
Hergele Meydanında Bir deve kervanı. 1920'ler. E.Temur Koleksiyonu.
Günümüzde Ankara
Sadece bu iki örnek bağlamında tüm Türkiye'yi ve Ankara'yı yeterince tanımak ve anlamak için öncelikle ön yargısız bir tarihsel bellek bilincinin gelişmiş olması gerekir.
Toplumları değerlendirirken öncelikle çeşitli bellek kayıtları üzerinden daha tutarlı ölçütlerle incelenir, değerlendirilir. Bireysel bellek, aile belleği, toplumsal bellek ve bunların bileşkesi tarih denen bilim dalının temelini oluşturur. Bu birikimden yoksunluk ya da bunları yok sayan zihniyetler; siyasal, eğitsel ve kültürel sistemler, toplumlarının tarihini sildiklerinin farkında olamazlar. Tarih, aidiyet bilincinin kaynağıdır. Dolayısıyla da böylesi tarih silici, bellek yoksunu toplumlarda aidiyet bilinci gelişmez. Aidiyet, ''Benim ülkem, benim ulusum, benim tarihim, benim kültürüm, benim doğam, benim kentim bilinci demektir. Koruma, kollama, geliştirme; sahiplenme, bu sahiplenmeden onur ve gurur duyma gibi en önemli etik değerleri kapsar. ''Bu ülke, bu kent, bu ülkenin kültür ve sanatı, yer üstü ve yer altı bütün değerleri, çiçeği, börtü-böceği benimdir, bizimdir'' duygusu gelişmiş bir toplumda yakma, yıkma, yok etme, ona buna peşkeş çekme gibi Vandallıklardan söz edilemez, yaşanamaz. Onun için sömürgenlerin ve onlara uyanların ilk amacı aidiyet bilincini yıkmaktır.
‘’Ankara’nın Türkiye Cumhuriyeti’nin yüz yıllık başkentidir ve elbette yüzlerce yıl sürecek bir başkent’’ gerçeği herkesin saygı ve onurla taşıyacağı tarihî değerler dizgesini içerir. Pek çok uygarlığa beşiklik yapan ve orta Anadolu’nun ipek yolu üzerinde olması nedeniyle hareketli noktalarından olan Ankara tarihin yıpratmalarını da yoğun yaşamak zorunda kaldığından çok öne çıkamayan kalıntılar ve arkeolojik sitlere sahip bir bölge.
''Osmanlı Dönemi’nde Kayseri ve Ankara gibi Anadolu şehirlerinden ilk kez 16. yüzyılda söz edilmektedir. O dönemde Ankara, bölgesel ve uluslararası pazarlar için sof üreten İç Anadolu’nun ticaret merkezlerinden biriydi.
‘’Anıtlar hakkında da önemli gözlemleri olan Busbecq, Augustus Tapınağı’nı ..ve tapınağın duvarlarına kazınmış olan Augustus’un siyasi vasiyetnamesini içeren metni keşf 1980, s. 464). Yazıtlar Janos Belsius tarafından kopyalanmış ve yapının çizimi ise Hans Dernschwam tarafından yapılmıştır...1
Ankara; binlece yıllık bir geçmişe sahip; 2000 yıl öncesine Hititler’e uzanan bir tarih;, M.Ö 10.yüzyılda Frigyalılar, daha sonrasında Lidya, Persler, Makedonyalılar, Galatlar, Romalılar, Bizanslar, Selçuklular ve Osmanlıların hakimiyeti.
Ankara’nın bilinen en eski resimleri olarak kabul edilen birkaç çizim, kroki içinde en önemlisi sayılan ve Amsterdam’daki Rijkmuseum’un koleksiyonunda kayıtlı bulunan bu tablo yapılan anlaşma gereği iki yıldır Ankara Kalesindeki Koç Müzesi’nde halkımıza sunuluyor. Kesin olmamakla birlikte 1730’larda yapıldığı tahmin edilen ve ressamı bilinmeyen bu eser 117 x 198 cm ebadında olup müze kayıtlarında “Ankara Manzarası” olarak geçiyor. Uzun yıllar Halep’i anlattığı zannedilen bu resmin Ankara’ya ait olduğu 1970 yılında Prof. Dr. Semavi Eyice tarafından kanıtlanmış.''
Ankara’nın sosyal ve ekonomik yaşamını btimleyen ve mutlaka görülmesi gereken bir tarihi belge.
*
Sadece keçiye ve sof üretimi ekonomisine bağlı bu kent, kendi yağıyla kavrulan Anadolu şehri kimliğinden çağdaş bir başkent düzeyine nasıl ulaştı; sorgulaması belli bir yaş dilimi dışındaki insanlar için neredeyse imkânsız bir beklenti haline geldi günümüzde. Çoğu insana göre Ankara kurulduğu günden ve ''Osmanlıdan bu yana sanki çağdaş donanımlı, ticareti, sanayi, kültürel ve sanatsal birikimi, üniversiteleri, okuma yazma oranı, tarihsel ve anıtsal mimari yapıları ile gelişmiş, mükemmel bir kentti'' diye düşünülebilir. Oysa 1920’lerin Ankara’sını çok iyi bilmek gerekir; çok yönden savaş yorgunu, okuma yazma oranı yüzde beşlerde sürünen bir ülkenin bir kentiydi Ankara. Balkan, Kafkas, Suriye, Yemen, Çanakkale, Birinci Dünya ve Kurtuluş Savaşları’nın bütün yükünü çeken vefakar Anadolu’nun merkezi. Bugün Roma kalıntıları ve az sayıda Selçuklu, Osmanlı eseri dışında tarihî, mimarî eser ve kent planlamaları adına ne varsa özellikle 1923-1939 yılları arasında yapılan Cumhuriyet dönemi mimarisidir.
Prof. Dr. Ali Cengizkan ve Müge Cengizkan’ın küratörlüğünde, Vehbi Koç ve Koç Üniversitesi- VEKAM’ın desteğiyle hazırlanan “Bir Şehir Kurmak: Ankara 1923-33” sergisi bu bağlamda çok önemli etkinlikler sayılır. CERMODERN’DE, Ankara Kent Konseyi salonunda ve TED Üniversitesi’nde geniş bir belgelikle sunulan bu sergilerde kentin nasıl bir gelişme ve planlamalar yaşadığının öyküsü anlatılır.
“Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde, savaş yorgunu bir ülkede, eski Ankara / yeni Ankara ikilemi içinde “yeni” bir “şehrin” nasıl kurulduğunu, Cumhuriyet’in ilanından 1933 yılına, yani eşzamanlı biçimde Cumhuriyet’in onuncu yılına kadar ortaya konan irade ve olgularla birlikte ele alıyor. Günümüze kadar ihmal edilen, kentin ilk yıllardaki planlanışı, mimari projelerin elde edilmesi, 1933 yılına kadar oluşan barınma kültürü ve yapı stoğu açısından irdeleniyor. Yenişehir’in 1923’teki tabula rasa konumundan, 1933 Kızılay’ına nasıl ulaştığı, üç boyutlu kent modellemeleriyle anlatılıyor.” 2
''Ankara Türkiye'nin kalbi'' sloğanı ve ''Ankara Ankara, güzel Ankara’’ şarkıları boşuna yaratılmadı.
Günümüzde kimilerine çok naif gelebilecek, çok bilinen bu marşı-şarkıları okuyarak, söyleyerek yetişen kuşaklarız. Bu gibi birikimlerle aidiyet bilincimizin geliştiği gerçeğini de unutmadan. Kaldı ki Naif de olsa böyle duygusal şarkılarla, türkülerle, marşlarla beslenmenin aidiyet kavramını içtenlik ve doğallıkla, zenginleştirdiğine, bunun da her ulusal bilinç için gerekliliğine inanıyoruz.
Cumhuriyet’in kaynağı bu kent ve daha da geniş boyutuyla ondan ışık alan Anadolu, sanatla, sanatçıyla ne zaman tanışmaya başladı?
Batı anlayışında Türk sanatı 1830’larda başlatılır ama etkili olarak söz edilebileceği tarihler yurt dışında eğitim gören Osman Hamdi Bey (1842-1910), Süleyman Seyyid Bey (1842-1913) Şeker Ahmet Paşa (1841-1907) gibi üç öncü sanat insanının yarattığı sanat ortamıdır ve Şeker Ahmet Paşa’nın ilk Türk sanatçısı olarak İstanbul’da 1873’te açtığı ilk sergi gibi çeşitli aktif sanat hareketlerine dönüşür. Bütün sanat hareketleri sadece İstanbul’dadır. Osman Hamdi Bey tarafından Akademi’nin 1883’te kuruluşu, kurumsal eğitim yönünden önemli başlangıç sayılabilir. Yine yurt dışında eğitim gören 1914 Çallı Kuşağının çabaları ve 1917 Şişli atölyesi uygulamaları, Sarayın sanata ilgisi, desteği bu alanda İstanbul’da elitist de olsa ilgi merkezi yaratmıştır. Konumuz olarak bu birikimin Anadolu’ya ve Ankara’ya ulaşması ancak Ankara’nın Anadolu hareketinin merkezi durumuna gelmesiyle ve Mustafa Kemal olgusuyla paralel gelişerek İstanbul’dan 40 yıl sonra gündeme gelebilmiştir.
‘’Ankara’nın başkent ilan edilmesinden bir gün sonra 14 Ekim 1923’te açılan Birinci Ankara Resim Sergisi’ni, yeni başkenti ve sanatı özdeşleştirme çabalarının bir göstergesi olarak değerlendirmek mümkündür. Birinci Ankara Resim Sergisi’nde teşhir edilen yapıtlar, sergiye katılanlar tarafından, sanatseverlerin kalplerini rahatlatacak nitelikte bulunur. Ressamların, sergilerin bir ayağını Ankara’ya taşımaları onları mahrumiyet altında çalışmaktan kurtaracak elin uzanması olarak yorumlanır. Ankara Türk Ocağı Binası’nda açılan Birinci Ankara Resim Sergisi, Anadolu’da açılan ilk resim sergisi olma özelliği ile ön plana çıkmaktadır. Uzun zamandır büyük zorluklar içinde çalışan Türk ressamlığının ve resminin doğuşunun işaretlerini taşıması bakımından önem göstermektedir. (Anonim, Resim Sergisi (14 Teşrini Evvel (Ekim) 1923). Hâkimiyet-i Milliye). Bu durum Türk resim sanatçıları için gerçek bir sınav hüviyetindedir. Resimle doğrudan tanışan Anadolu halkı ve siyasî otoritenin tutumu, yarının Türk resminin şekillenmesinde önemli bir rol oynayacaktır. Ankara sergilerini özel kılan bir başka durum, Gazi Mustafa Kemal’in sergiyi ziyaret ederek “gördüğü eserlerden duyduğu memnuniyeti” ifade etmesidir ‘’ 3
Ankara’nın arkeoloji, sanat, sanatçı, ressam, sergi tanımlamalarıyla tanışmaya başlaması 1921’de Kalenin Akkale Burcunda, bugünkü Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nin temeli olan Eti Müzesi’nin kurulmasıyla başlamış sayılır. Kurtuluş Savaşlarının en kritik anında yaşanan bu hareket kuşkusuz çok yönlü ve uluslararası mesajlar taşıyan bir sesleniştir. Çağı sorgulma bilinci Cumhuriyet’in ilanıyla daha etkin bir yol izler. Doğal olarak bu oluşumu çağdaş bir toplum yaratma ülküsünün çok geniş perspektifi içinde değerlendirmek gerekir. O günlerin akıl almaz sıkıntıları ve Ortadoğu’nun çok çeşitli ayak bağları, çağ dışı kıskaçları içinde böyle bir dinamizmi amaçlayabilmek hiçbir ülkenin tanık olmadığı bir çağdaşlaşma ülküsü örneğidir. Bu çaba bir inanç içinde devletin her kültür ve sanat hareketine gösterdiği ilgi ile devamlılık ve tutarlılık adına ayrı bir anlam kazanmaktadır.
Nitekim 5 kez düzenlenen Ankara Resim Sergisi, bunun somut göstergesidir. Bütün sergilerin başta Atatürk olmak üzere bakanlarca, devlet ileri gelenlerince açılması, konuşmalar yapılması, devlet kurummlarrına resim alınması, bu sergilerin zaman içinde İstanbul’dan daha çok ilgi çektiğine, hatta sanat yazarlarınca ‘’İstanbul sergilerinin resim satamaz hale geldiğine’’ dair yazılara neden olduğu görülür. Çeşitli yazar ve gazetecilerin sanat yayınlarında, günlük gazete köşelerinde çok yönlü değerlendirmelerle yaptığı sanat eleştirileri ve yorumları bu alana ilginin çekilmesine zemin hazırlamıştır. Örneğin 1928 yılında düzenlenen 5. Serginin haberleri oldukça ilginçtir.
‘’Beşinci Ankara Resim Sergisi’nde sergilenen 140 yapıttan 95 tanesinin satılmış olmasından yola çıkarak, önceki senelere göre daha fazla ilgi gördüğünü kabul etmek mümkündür. Ayrıca Afgan Kralı ve eşinin sergiyi ziyaret ederek, Nazmi Ziya Bey’in, Ali Rıza Bey’in, Hikmet Bey’in, Şevket Bey’in, Nazmi Bey’in, Namık İsmail Bey’in, Sami Bey’in, Güzin Feyhaman Hanım’ın, eserlerini satın alması, resim sanatımızın kısa sürede geldiği noktayı vurgulaması açısından önemlidir’’ 4(
Bu sergiler doğal olarak önemli bir hareket getirmiş ve buna paralel olarak da İstanbul’da yaşayan ve sadece sergiler için Ankara’ya gelip giden ressamların ilk kez Ankara ile ilgili resimler yapmaya başlamasına da fırsat yaratmıştır.
Bu konuda küçük bir hayalleme yapalım: Bundan yüz yıl öncesiyle sadece birkaçını sayabileceğimiz Konya'nın, Sıvas'ın, Erzurum'un, Gazi Antep'in, Kars'ın, Edirne'nin, Antalya'nın sanatçılar tarafından yapılan çok sayıda kent resimlemeleri, betimlemeleri olsaydı elimizde, müzelerimizde. Örneğin; Amsterdam, Dresden, Köln, Prag, Venedik, Roma, Floransa, Paris gibi. Bu kentlerin çoğu özellikle 2. Dünya Savaşında yerle bir edilmiş ve savaş sonrası eski tablolardan yola çıkılarak yeniden yaratılmıştır. Ne müthiş bir somut bellek birikimi sahibi sayılırdık. Ankara'nın yazımıza aldığımız bir iki en eski tarihli resminin anlamı, içeriği, çağrıştırdığı tarihî öykü yadsınabilir mi? Bu gibi belgeler tarihî bir özellik taşır ama en önemlisi tarihle günümüz arasında duygusal olduğu kadar, sorgusal bir bağ kurmamıza fırsat verir. ''Nereden-nereye geldik, nasıl geldik; kimlerin özverili çabalarıyla'' sorgusu bugün için bile bir bilinç yaratır. Basit bir karşılaştırmayla Hollanda Müzesi’nden getirilerek Ankara’da Koç Müzesi’nde sergilenmekte olan resim yapıldığı zaman daha ABD diye bir devlet ve bugün onun gökdelenlerle dolu mega kentleri yoktu.
Her duyarlı toplumun sanat dağarında o toplumun sanat insanlarınca betimlenen kent ve kent yaşamı resimleri-tabloları bulunur. Bunlar aynı zamanda o kentin görsel belleğidir. Kaldı ki böyle bir betimleme olmamışsa bile bunun yapılmaması büyük bir eksikliktir. 1700’lerin başından itibaren batılı seyyahların ve elçilerin beraberlerinde getirdikleri ressam ve gravürcülerin çoğunluğu İstanbul’a ait olan resim ve çizim örnekleri bir yana Türk resim sanatında tarihsel çizginin 1880’lerin başından itibaren Türk primitifleri ile birlikte en çok işlenen, ele alınan ve bu konuda azımsanmayacak sanat eseri birikimi bulunduğuna inandığımız bir özel kent İstanbul. Ama Ankara öyle değil; bu tarihlerden bir iki görsel dışında önemsenecek eserden söz edilmemektedir ve ancak Atatürk’ün sanata ilgisinin ve onun yarattığı kültür politikalarının etkisi nedeniyle 1925 sonrası öncelikle Atatürk portreleriyle ilgi alanına girmiş ve daha sonra da 1930’lara doğru Ankara Kalesi ve sokakları görselleriyle betimlenebilmiştir.
Şu bir gerçektir ki Atatürk portrelerini yapma düşüncesi sayesinde Ankara konusu resimlere girmeye başlamıştır denebilir.
‘’Türk resim sanatı tarihinde portre sanatının ilk temsilcilerinden olan Feyhaman Duran (1886–1970)’ın da yirmi civarında Atatürk portresi vardır. Bunlardan başka Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün portresini Nazmi Ziya Güran (1881-1935), Namık İsmail (1890-1968), Zeki Karamemi (1900-1959), Malik Aksel (1903-1987), Hamit Görele (1900-1981), Şefik Bursalı (1905-1990) Mihri Müşfik (1886-1954), Ratip Tahir Burak (1907-1977), Saip Tuna (1904-1974) ve ilk kadın ressamlarımızdan Sabiha Bozcalı (1903-1983) gibi Türk ressamları da çalışmışlardır. 5
*
Elimizdeki bütün kaynaklarda ilk örnekler olarak Avusturyalı ressam Arthur Kampf’ın 1916’da Mustafa Kemal Anafartalar komutanı iken çalıştığı portresi ile 1927 tarihli Atatürk boy resmi dışında yukarıda sayılan ressamlarımızın çalışmaları ele alınır. Ancak bizim burada sunduğumuz 1926 tarihli Atatürk portresinden hiç söz edilmez. Portre sanatımızda çok farklı bir yaklaşımla, ‘’bir tema içinde, bir kent kompozisyonu ile portre’’ düşüncesinin ilk örneği sayılması gereken bir tablo.
ÇALLI'NIN ESKİ TÜRKÇE İMZALI ATATÜRK TABLOSUNUN ÖYKÜSÜ
Bu yazımızda İbrahim Çallı’nın 1926 tarihli, eski Türkçe imzalı tablosunun öyküsünü, tablonun gün yüzüne çıkarılmasında rol oynayan biri olarak, 40 yıla yaklaşan bir zaman diliminin öncesini özet olarak sunmak istiyorum.
1983-84 yılında Gazi Eğitim’de görevli iken Ankara Yarıaçık Cezaevi Savcılığınca oradaki bazı fotoğrafların kontrolü için yardım istenmiş. Bu nedenle fotoğraf dersleri sorumlusu olarak ben görevlendirildim. Gittiğimde ‘’bir depoda çok sayıda fotoğraf bulunduğu, bunların zaman içinde bozulduğu, kullanılamaz hale geldiği, anlatıldı; benim gözden geçirerek hazırlayacağım tutanakla bunların imha edileceği’’ bildirildi. Gerçekten de zaman içinde solmuş, bozulmuş, eskimiş, pek çok poster, resmi dairelere asılanlardan çok bilinen Atatürk fotoğrafları vardı. Hepsi de kayıtlara geçtiği için ancak bir tutanakla kayıttan düşülebilecekti. Özellikle Atatürk fotoğrafı sözkonusu olduğundan o günün askeri müdahale ortamında savcı Beyin duyarlılığı yerindeydi. Bunların içinde telis dokulu bir tuval dikkatimi çekti, çünkü klasik ressamlarımızdan bazılarının kullandığı cinsten bir telis tuvaldi. Üstte boydan boya yırtıldığı için sarkmış-katlanmış ve ön tarafından zamanın tozu, kiri ile kaplanmış, ne olduğu belli olmayan bir resim. Bunu ayırıp diğerlerinin düşümü için gereken işlemler uygulandı. Ayırdığımız resmin kaba temiziliğini yapınca marullanmış olmakla birlikte bir Atatürk portresi olduğu meydana çıktı. Zaman içinde şaseye bağlı kenarlar çürüdüğü, tuval rulo haline geldiği için kirlenme dışında boya tabakalarında dökülme, tuval çürümesi, büyük çatlamalar-kırılmalar yönünden fazla zarar görmemişti. Üst kısımlarda çirişle ek bezler yapıştırılarak şaseye tutturma denemeleri yapılmış, bunun oldukça sorunlu kirlenmelere neden olduğu görülmüştü. Tablo farklı bir Atatürk portresiydi ve temizlenince daha da netleşti. Kırmızı renkle atılmış eski Türkçe bir imza ve tarih. Hem renkli imza, hem de Eski Türkçe imza bu tablonun 1927 öncesi yapıldığının işaretiydi.
Kopyasını çıkardığım imzayı Gazi’deki arkadaşlarımız okudular ki 1926 tarihli İbrahim Çallı tablosu. Bu konuda doğruluğunu anlamak, karşılaştırma yapabilmek için pek çok imza araştırması gereğini duydum. Kayıtlar incelendiğinde bu tablonun 2.1.1948 tarihinde 384 numara ile ve 50 lira fiyatla Islahevi demirbaşına kaydedildiği görüldü.
Durumu Savcı Beye söyleyince çok dikkatini çekti, bu konuda üniversitem dahil, kimseye bilgi verilmemesi, fotoğraf çekilmemesi için kesin uyarı aldım. Tablonun korunması ve bakımı-onarımına uygun güvenli bir oda hazırlandı, benim cezaevinde çalışabilmem konusunda özel izin alındı. Bu tablonun temizliği, destek tuvalle yeniden gerilmesi, çerçevelenmesi ve konferans salonuna asılması için bir aydan fazla süre her gün orada personelin seferberliği ile çalışma yapıldı. 140x140 cm ölçülerindeki bu eserin korunması da düşünülerek kurumun konferans salonunun en üst bölümüne iskele kurularak asıldı. O günün koşulları içinde elimizde bulunan bir makina ile fotoğrafını gizlice çekebildim ve sanat dergisinde yayınlanmak üzere yazımı hazırladım. Ancak savcılık yayınlamaya kesinlikle izin vermedi. Nedeni, o günlerin yönetim anlayışı içinde üst kurumlardan istenebileceği ve resmin kurumdan gidebileceği kaygısıydı ve bana göre de haklıydı. Savcı Bey 1985-86 yılında Yargıtaya atanınca gidip özel izin aldım ve onun kontrolünden geçen yazım Artist Sanat Dergisinin Mart 1986, 2.sayısında yayınlandı. O yıllarda Sayın Kaya Özsezgin Beyle birlikte tabloyu yerinde görmek için birkaç kez müracaat ettiysek de cezaevi savcılığı benzer kaygılarla gereken izni vermedi. İki yıl Çallı’nın bütün portreleri ile diğer Atatürk portrelerini araştırdım, inceledim; alanın insanlarına sordum, görüştüm. Bu tablodan hiç kimsenin bilgisi olmadığını gördüm. Ancak yıllar sonra, yakın zamanda fotoğraf sanatçımız Sayın Ozan Sağdıç ve oğlu Oğuz Sağdıç kurumda yaptıkları bir çalışma sırasında bu Atatürk portresinin de görselini çekmişler. Bu yazıda sunduğumuz görsel bu değerli sanatçılarımızın çektiği ve bana verdiği fotoğraf…
‘’Çallı’nın bilinen portreleri ve en yaygın olarak tanınanları 1935 ve 1937 tarihlerini taşımaktadır. Yine Çallı’nın modelden Atatürk portresi yapmal için ilk girişimi 1924 Ocak-Şubat aylarında İzmir’de olur (Gültekin Elibal-Atatürk ve Resim Heykel). Ayrıca Şişli-Atatürk İnkılap Tarihi Müzesindeki büyük boyutlu ‘’Trikopis’in Kılıç Teslimi’’ adlı tablosu da 1927 tarihini taşır’’.Bizim bu yazımızda yerverdiğimiz tablo bu iki tarih arasındadır. 6
Bana göre Çallı'nın bu Atatürk portresi sadece onun değil, genel anlamda yerleşik portre anlayışının dışında, Ankara’yı da içine alan farklı bir kompozisyon. Üst bölümde, geride Ankara Kalesi silüeti, Atatürk’ün arkasında ve sağında yanmş-yıkılmış eski Ankara; sol yanında da inşaat halinde, iskeleler kurulmuş ve çalışan işçilerle yeni Ankara. Tam ortada sivil giyimli; genç, dinamik Atatürk. Bu eser Türk sanatçılarının yaptığı Ankara betimlemeleri içinde ilk örnektir diyebilirim.
Bu eserle birlikte yazımızda sanatçılarımız Ankara konusunda neler duyumsamış, betimlemiş ve bu günlere ulaşan bir görsel birikim sağlamış kısaca değinmeye çalışacağız.
Namık İsmail,(1890-1935) Ankara Kalesi.1927
Halil Paşa (1857-1939) Ankara Bent Deresi.(1929) 67.5x44cm.TÜYB.
Şevket Dağ (1876-1944). Ankara Kalesi Sokakları.
Şevket Dağ (1876-1944). Ankara Hacı Bayram Veli Camii.1927
Kaymakam Halim Fikri (1888-1937)
Sami Yetik (1878-1945) Ankara’dan Saman Pazarı, 1936, 70x102, Mukavva ÜYB.
Kaynak: Germaner, 2009: 75. (H.Canan Savacı Tezi.s.51.Konya Selçuk Ün.)
Hikmet Onat (1882-1977).Ankara Bent Deresi.
Refik Epikman.(1902-1974) İlk Meclis.1960.
Kayıhan Keskinok (1923-2015) Mustafa Kemal ve Kahramanlık Destanı
Turan Erol, (d.1927)´Altındağ´dan. 1976, TÜYB .
Nevzat Akoral-(1926-2016) Ankara Kalesi-Kale Eteğinde Pazar.1971-87x114cm.TÜYB.
Devrim Erbil (d.1937) Anadolu çeşitlemeleri.
Mustafa Ayaz (d.1938). Atatürk ve Ankara.1981
Sonuç olarak, Çoklu nedenlerle Ankara bir simgedir; Atatürk'le, Cumhuriyet'le; Ulusal Kurtuluş Savaşlarıyla ve devrimlerle anlam kazanan bir simge. Hemen belirtelim ki bizim amacımız Ankara’nın tarihini yazmak ya da görsel tarihini ele almak değildir.
O günlerin teknolojisi olan siyah-beyaz fotoğraflar, haritalar, çizimler, belgeler bir yana; özellikle 1923 sonrasında sanat ve kültür merkezi olmaya başlayan Ankara’dır amacımız. Ele alacağımız konu sanat insanlarımızın çizen, boyayan ve yaşadıkları, anımsadıkları günlerin Ankara’sını betimleyerek kalıcı izler haline getiren ressamlarımızın Ankara’yı nasıl gördüklerinin, nasıl duyumsadıklarının ve eserlerine taşıdıklarının, yazının sınırlılıkları içinde ancak birkaçını verebildiğimiz örneklerine değinmek; bir Anadolu kentinin sanata değgin değişimine ve bunun görsel yansımalarına dair paylaşımda bulunabilmek. Kısacası sanatçıların gözü ile Ankara.
‘’Duygulanım bütün sanatların, özellikle de edebiyatın vazgeçilmez bir uğrağıdır, diye düşünüyorum. Buradan geçmeden sanatçı neyi nasıl yazabilir ki? Duygulanma dediğiniz sokakta satılan, bilemediniz dışarıdan ‘ithal’ edilen bir nesne de değil. Bu önce yürekte patlayan, sonradan sözcüklerle yaşama kavuşabilen; anlatılması çok zor bir duygudur işte. Ancak yaşanır. Hem kahreden, hem yücelten bu duygu durup dururken de oluşmaz. Bir sürü etmenlerin yan yana, üst üste gelerek sağladığı bir birikimin sonucu kendini duyurur. Bu birikimin sayısız nedenleri ve sonuçları vardır. Öncelikle toprak sorunu geliyor. O toprağın neyi nasıl doğuracağı, var edeceği yani. Koşulların sanatçı duyarlığında açacağı pencere ve pencereler…’’ 7
1982 yılında Vakko’nun düzenlediği ‘’Doğal ve Taihsel Uzantısı içinde Ankara’’ resim Yarışmasına da kısaca değinmek gerekir. Söbütay Özer, Hasan Pekmezci, Nejdet Sekban, Mehmet Uzel, Şenol Yorozlu gibi altı ressamın mansiyon kazandığı bu yarışma ayrı bir yazı konusu olacaktır.
Konumuz Ankara olduğu için biz bu alanda ortaya konan örnekleri yaratan ressamlarımızı yazının sınırlılıkları içinde isim ve zaman sıralamasıyla alabiliyoruz buraya:
Şevket Dağ (1876-1944). Ankara Kalesi Sokakları.
Namık İsmail.(1890-1935) Mustafa Kemal Çiftlikte.1929*
Halil Paşa (1857-1939) Ankara Bent Deresi.(1929) 67.5x44cm.TÜYB.
Mısırlı Hidayet. (--ö.1972 . Ankara Kalesi, 125x185cm. Yatay, YB.
Sami Yetik (1878-1945) Ankara’dan Saman Pazarı, 1936, 70x102, Mukavva ÜYB.
Kaynak: Germaner, 2009: 75. (H.Canan Savacı Tezi.s.51.Konya Selçuk Ün.)
Sami Yetik, (1878-1945)-Ankara.1944
Sami Yetik, (1878-1945)-Ankara.1944
Sami Yetik.(1878-Tuna Caddesi.Ankara.1944
Sururi Taylan.(1891-1947) Eski Ankara.77x67cm.TÜYB
Sururi Taylan.(1891-1947) Gazi Çiftliği. 81x92cm. TÜYB. (http://mozbulbul.blogspot.com/2012/03/ressam-mustafa-sururi-taylan.html)
İhsan-Cemal-Karaburcak-1897-1970-Ankara
Cemal Tollu. (1899-1968) 1950'li Yıllar. Ankara Keçileri. TÜYB.(İş ve İstihsal Resimleri serisinden olabilir)
Cemal Tollu. (1899-1968) Ankara Keçileri.
Şeref Akdik.(1899-1972) Ankara Kalesi.1929-
Refik Epikman.(1902-1974) Mustafa Kemal Meclis Balkonunda
Refik Epikman.(1902-1074) İlk Meclis.1960.
Refik Epikman, (1902-1974) Mustafa Kemal'in Cepheye uğurlanışı.
Eşref Üren, (1897-1984) Bulvar’dan Manzara-1950.48x56cm. TÜYB.
Mehmet Saip Tuna (1904-1974), Mustafa Kemâl Paşa’nın Ankara’da Seymenler Tarafından Karşılanışı (1919),
Mehmet Saip Tuna (1904-1969) Ankara'da Roma Sütunu.TB.
Mehmet Saip Tuna (1904-1969) Ankara Kalesi.
Arif Bedii Kaptan 1906-1982)
Mimar. Mükremin Barut,Ankara-Ulus Taşhan.YB.
Pirinç Hanında Demirci Dükkânı, Kp.Üz. 1979YB. 37x45, 1946. Harita Genel Müdürlüğü Müzesi
Muhsin Saya (1911-1965?) “Bent Deresi”, KÜYB. 33x50cm. Harita Genel Müdürlüğü Müzesi
Hasan Hulusi Mercan.(1913-1988)Ankara-“Güvenpark”, Ahşap üzerine yağlı boya, 32x41,(Harita Genel Müdürlüğü Müzesi
Lütfü Günay. (1924-2020).’’Gecekondular-1979”, 43x55 cm.,Kağıt üzerine karışık teknik.
Lütfü Günay. (1924-2020) Ankara Kayaş'ta Gecekonduları 1979.70x100cm.Kağıt Üz. Karışık
Turgut Zaim.(1906-1974) Ankara Kalesi.
Burhan Doğançay (1929-2013).Hamamönünden. 1960.Kağıt üz. suluboya.27.5x19.5cm.
Nevzat Akoral, (1926-2016). Ankara Kale önü. Ağaç baskı
Nevzat Akoral-(1926-2016) Ankara Kalesi-Kale Eteğinde Pazar.1971-87x114cm.TÜYB.
Nevzat Akoral, (1926- 2016). Ankara Kalesi. 1973.115x90cm. TÜYB.
Orhan Ruhi Arel (1926-1998) Ankara Güven Parkından”, TÜYB. 40x47, Harita Genel Müdürlüğü Müzesi
Turan Erol,(d.1927) 1968, “Mavili-Beyazlı Gecekondular”, TÜYB
Turan Erol, (d.1927)´Altındağ´dan. 1976, TÜYB .
Mehmet Uzel. (1927-1-2016) Ankara Sokağı. TÜYB. Vakko Ankara Resim Yarıışması Mansiyon.(Oğlu Sera Uzel'in İzniyle)
Fethi Arda,(1934-1996) 1976 “Dikmen’de Sarı Ev”, 80x100cm.,TÜYB.
Hamza İnanç. (1930-2020) 1980. Ankara'nın Üç Tepesi..96x96cm. TÜYB
Devrim Erbil (d.1937) Anadolu çeşitlemeleri.
İmren Erşen.1974. Kışta Altındağ. TÜYB..70 x 65 cm
Şükran Pekmezci. Ankara Bağ evinde düğün. Gazi Ün. Müzesi Koleksiyonunda.
Hasan Pekmezci.(d.1945)Ankara.1980. Serigrafi. 40x65cm.
Söbütay Özer, 1982,Ulus Minibüsleri Durağı.
Himmet Gümrah. Angora'dan Başkent Ankara'ya. 2021-22 120 x 100 cm. Tuval Üz. Akrilik.
Yavuz Bozkurt. Ankara Üzerine. Çok sayıda ressmi var.
Hüseyin Yıldırım.(d.1962)Ankara- 2013. 130 x 180 cm.TÜYB.
Zeynep Kara. Zeynep Kara. Ankara Kalesi.2017
Mehmet Ali Doğan, Ankara Büyük Kent Psikolojisi.TÜAk.
Prof. Hasan Pekmezci
23 Nisan 2022, Ankara
DİPNOTLAR
(1) H. Sinan Sülüner. Yabancı Seyyahların Gözlemleriyle Roma ve Bizans Dönemi’nde Ankara),,
(2) BİR ŞEHİR KURMAK: ANKARA 1923-33 SERGİSİ. https://www.cermodern.org/bir-%C5%9Fehir-kurmak-ankara.htm TED Üniversitesi)
(3) (Anonim, Gazi Paşa Hazretleri ve Sanat (24 Teşrin-ı Evvel (Ekim) 1923). Hâkimiyet-i Milliye). Pamukkale Üniversitesi S.B.E. Dergisi, Sayı 27, Mayıs 2017 H. Özyiğit… https://dergipark.org.tr/tr/download/article-
(4) Anonim, Afgan Kralı hazretleri Dün Sanayi-i Nefise Sergisini Ziyaret Ettiler (26 Mayıs 1928). Hâkimiyet-i Milliye; Pamukkale Üniversitesi S.B.E. Dergisi, Sayı 27, Mayıs 2017 H. Özyiğit…
(5) Nihat Boydaş.
(6) H. Pekmezci.Artist Plastik Sanatlar Dergisi. S.2 1986
(7) Remzi İnanç, Kar Altında Güller Var’’ Papirüs Yayınları.1995
Kitap:
Travels and Researches in Asia Minor C.1 sh.136 ( Yazarı: W.F.Ainsworth)
Travels and Researches in Asia Minor, Mesopotamia, Chaldea and Armenia
2 vols. London (John W. Parker), 1842