Madama Butterfly (Bayan Kelebek), genç geyşa Cio-Cio-San’ın lakabı ve trajik öyküsünün sembolüdür. Giacomo Puccini (1858-1924) eseri, Luigi Illica ve Giuseppe Giacosa’nın, John Luther Long’un aynı adlı kısa öyküsünden ve Pierre Loti’nin Madame Chrysanthème adlı romanından esinlenerek kaleme aldığı metin üzerine bestelemiştir. Dünyada ilk kez 1904’te sahnelenen, bu üç perdelik opera külliyatının baş eserlerindendir.
Ülkemizde ilk kez Mayıs 1939’da ikinci perdenin bir bölümü, 1941’de tümü sahnelenmiş olup, ilkinde Butterfly’ı Mesude Çağlayan, Pinkerton’u Aydın Gün, ikincisinde Mesude Çağlayan ile Süleyman Güler oynamıştır; kendilerini saygıyla anıyoruz (1). 1977’den itibaren sayısız kez bu rolleri başarıyla canlandıran Müfide Özgüç ile Pekin Kırgız’a da uzun ve sağlıklı ömürler dileriz (1). Dolayısıyla “verismo” (gerçekçilik) akımı örneklerinden biri sayılan ve öyküsünde de muhtemelen gerçeklik payı barındıran Madama Butterfly’ın ülkemiz opera tarihinin de gerçek bir şahidi olduğu söylense yanlış olmaz.
Konu:
Amerikan donanmasının Nagazaki’de bulunacağı sürede hoşça zaman geçirmek için yakışıklı genç Teğmen Benjamin Franklin Pinkerton, kendisine bir eş edinmek ister. “Geyşa çöpçatanı” Goro ona Madama Butterfly lakaplı Cio-Cio-San adlı güzeller güzeli genç geyşayı tanıştırır. Her ne kadar Amerikan Konsolosu Sharpless, Japon usulü izdivacın sakıncalarını anlatmaya çalışsa da geyşayı beğenen Pinkerton fikrini değiştirmez. Geçinmek için geyşalık yapmak zorunda olan 15 yaşındaki romantik Butterfly da görür görmez ona tutulur, üstelik artık normal bir yaşamı olacaktır. Böylece yakın akrabaların da katıldığı evlilik töreni gerçekleşir. Tören Buda rahibi Bonzo’nun Japon inançlarına karşı geldiği için geline lanet okumasıyla sonlanır. O gece gelin ve damat romantik atmosferde beraber olurlar. Ardından Pinkerton donanmayla oradan ayrılır ve üç yıl hiç haberi gelmez. Butterfly'ın, mavi gözlü, sarı saçlı, tıpkı babasına benzeyen bir oğlu olmuştur. Bir gün konsolos Sharpless ve Goro ona Pinkerton’un, Amerikalı bir kadınla evlendiğini bildirdiği bir mektubu getirirler. Hatta Goro o evlilik akdi sona erdiği için Butterfly'ı yanına kattığı Prens Yamadori ile evlendirmek istemektedir. En iyisi çocuğu babasına vermek ve prensle evlenmektir. Ne de olsa Butterfly, Pinkerton ile Amerika’da evlenmediği için çocuk orada meşru sayılmayacaktır. Butterfly mektubu okumayı da başkasıyla evlenmeyi de reddeder. Aynı gün Pinkerton'un gemisi limana yanaşır. Her ne kadar Pinkerton, heyecanla kendisini bekleyen Butterfly’ın karşısına Amerikalı karısı ile çıkamasa da dolaylı yolla çocuğu isteyince Butterfly’a harakiri yapmaktan başka seçenek kalmaz.
Puccini Operaları Üzerine
Genellikle zarif, narin ve hassas olana ilgi duyan Puccini, Manon Lescaut, Mimi (La Bohème), Magda (La Rondine), Suor Angelica ve Liu (Turandot) gibi Butterfly’ı da konu etmiştir. 1800’lerin sonunda ticaret ilişkileri ve kolonileşme hareketlerindeki gelişmelerle ortaya çıkan egzotik doğu ilgisi 1887'de Pierre Loti’nin romanının etkisiyle iyice belirmiş ve birçok besteci Butterfly gibi Avrupalı olmayan kadın karakterlerin yer aldığı uzak doğuda geçen eserler ortaya koymuştur.1 Aslında tümünde içten içe işlenen tema benzerdir: İmparatorluk Avrupası’nın beyaz adamının gücü!
Belli ki uzak diyarların otantik atmosferi Puccini’nin şiirsel yaratımına ilham vermiş. Ayrıca onun operalarında doğa sevgisi ve gözlem yeteneği de karakterlerin duygu ve düşüncelerini ifade ederken izlenimci sahnelerin ortaya çıkmasına katkıda bulunmuş. La Bohème’deki kar yağışı, Tosca’daki yıldızların titrek ışıltısı ve Butterfly’daki yıldızlı gecenin ardından gün ağarması temaları her üç eserde romantik duyguların kabarmasını ve dram etkisinin yaratılmasını sağlar.
Puccini böylesine güzel saflığı, narinliği, şiirselliği ve doğayı sevip gözleyen bir besteci olması nedeniyle ancak ruhuna yakın hissettiği metinler üzerine beste yapabilmişti. Verdi gibi her türlü tarihi-dramatik konu üzerine beste yapmak için tükenmeyen üretim gücüne sahip değildi. Onun için metinde “Sincerita" yani "içtenlik", "içsel gerçeklik" olması gerekliydi. Operalarının başarısının çekirdeği olan “samimi gerçeklik”, öte yandan onun eserlerinin aşırı basitleştirilmiş romantik, hatta kiç (yoz) anlatımlar olarak eleştirilmesine yol açmıştır (2). Seyirciyi duygulandırmakta kolaya kaçan, gerçekçi (Verismo) türünde de olsa günlük gazetelerin magazin haberlerine fazlaca benzeyen anlatımlar olduğu ifade edilmekte; düşündürerek etkileyen, sürekliliği ve “evrensel gerçekliği” olan eserler olmadığı öne sürülmektedir. Ancak bir yabancı ile yapay izdivaca satılan ve çocuğu elinden alınan ve reşit olmayan Madama Butterfly örneğine günümüz Suriye gerçeği penceresinden bakacak olursak konunun sürekliliği ve evrensel gerçekliği olmadığını söylemek mümkün değildir. Ve böyle bir konu ancak Puccini’nin etkileyici müziğiyle üzerine düşünmeyi tetikleyebilirdi.
Pınar Aydın O’Dwyer
10 Ocak 2024, Ankara
Kaynaklar
Devlet Opera ve Balesi’nde Sahnelenen Eserler Bibliyografyası. Derleyen: Ö. Kaysı, Redaktör, Yayına Hazırlayan: G. A. Karaman, 2009
Nerdrum O: Kiç Yaşama hizmet eder. (Çev: AF. Korur). rH+ Sanat, sayı 42, 2007
1 Örnekler: Léo Delibes: Lakmé (1863), Giacomo Meyerbeer: L'Afrıcaine (Afrikalı Kadın, 1865), Arthur Sullivan: The Mikado (1885), André Messager: Madame Chrysantheme (1893), Sidney Jones: The Geisha (1896) ve San Toy (1899), Pietro Mascagn: İrıs (1898) ile yine Puccini: Turandot (1924).