Pandeminin halen hükmünü sürdüğü bu günlerde sanat açlığımız da giderek artıyor. Konserler, sergiler, temsiller yavaş yavaş başlar gibi olduysa da uzun süreli yoksunluğu doyurmak için her türlü mecrada her tür sanat eserini büyük bir iştahla tabağımıza servis edecek gibi duruyoruz.
Bu gereksinme birçoğumuzu TRT2 Televizyonu'nun sanat programlarıyla tanıştırdı ve tutkunu haline getirdi. Bu programların başında Mim adlı mimarlık konulu olanı bir süredir benim soframın baş tacı olmuş durumda.
Yaşamımda opera, bale, tiyatro, resim gibi bunca görsellik varken itiraf etmeliyim ki Mim’i seyredene kadar mimari ilgimi çekmeyen nadir sanat mecralarından biriydi. Şehirler ve binalardan çok insanlar ve algıları beni heyecanlandırır, düşündürür. Binalara bakmadığım için bulunduğum hemen her şehirde kaybolurum. Düşünüyorum da şimdiye dek Eiffel Kulesi, Brandenburg Kapısı, Olympia’da Hera Tapınağı dışında bakmaya doyamadığım pek fazla yapı olmadı. Belki inanmayacaksınız ama ne Sagrada Familia, ne Aliyev Kültür Merkezi, ne La Scala ne de Gran Teatre del Liceu tekrar gitmeyi arzu ettiğim yerler değildir. Durumum öylesine vahimdir.
Özetle mimarinin tanımı bile aklımda net değilken ya da mimariyi salt bina tasarımı olarak tanımlarken TRT2’deki Mim adlı programa rastladım, izlemeye başladım ve deyim yerindeyse müdavimi oldum. Programı hazırlayıp sunan, tanınmış ödüllü mimar Nevzat Sayın, konukları ile Türkiye’de ve dünyada mimarinin seyri, konukların mimariye bakış açıları ve mimarlık üretimleri hakkında son derece lezzetli sohbetler yapıyor. Programın çekimleri “santralistanbul Enerji Müzesi"nde gerçekleştiriliyor.
Eylül 2020’de başlayan ve şimdiye dek yapılan 35 programda ağırlanan hepsi de tanınmış ve ödüllü mimarlar sırasıyla: Prof. Celal Abdi Güzer, Doğan Tekeli, Büşra Al, Ömer Selçuk Baz, Prof. Arda İnceoğlu, Melike Altınışık, Hakan Demirel, Sevinç Hadi, Deniz Aslan, Kerem Piker, Doç. Tansel Korkmaz, Bihter Çelik, Pınar Gökbayrak, Sevince Bayrak, Selva Gürdoğan, Zeynep Ahunbay, Doğu Kaptan, Dürrin Süer, Selçuk Avcı, Cem Sorguç, Kaya Arıkoğlu, Aydan Volkan, Murat Şanal, Doç. Ervin Garip, Boğaçhan Dündaralp, Hüseyin Kahvecioğlu, Selda Baltacı, Canan Tolon, Ertuğ Uçar, Ahmet Alataş, Emre Arolat, Semra Uygur, Can Altay, Murat Germen ve Doç. Cevdet Erek.
Nevzat Sayın, mimar olmaya nasıl karar verdiğini şöyle anlatıyor: “Dünyayı değiştirme isteğiydi mimar olma kararımın en önemli etkisi. Devrimin ‘uzak ihtimal’ olduğunu anlayınca mimar olmaya karar verdim. Mimarlar hep ‘yeni’ bir şey yapmaya programlanırlar. Yapılan ne kadar yenidir tartışılır olsa bile, eğitimin doğrultusu budur. Bu doğrultu hep baştan başlama isteği oluşturur. Baştan başlama isteği de çözümlerden değil, sorunlardan yola çıkmanızı fısıldar kulağınıza. Elbette başlamadan ve içinde olmadan bu özelliklerini bilemezsiniz. Ancak ne olduğunu anlayacak kadar içinde olduğunuzda fark edilir olur.” (https://www.biyografya.com/biyografi/8512 Erişim: 10.06.2021)
Bu açıklamanın uzamı olarak programda “hep içinde olduğumuz ve neredeyse hiç konuşmadığımız mimarlar ve mimarlık üzerine alabildiğine geniş çaplı ve birlikte düşünebilmeyi sağlayan söyleşiler” gerçekten de (programın tanıtımında genç nesil için deniyor ama) mimari körü-cahili ben dahil herkese sesleniyor.
Sayın’ın konuklarını seçimi, onların mimari kişiliklerini ve eserlerini yakından tanıyor oluşu, sorularının kompozisyonu, sanki yanıtlarını tahmin ediyormuşçasına akan su misali bir sonraki soruya geçişi ve bir estetik bütünlük içinde söyleşiyi yaptığı ortam ile kendisinin ve misafirlerinin giysileri ile duruşları, beden dilleri son derece dikkat çekici; seyredenin hem aklını hem de gözünü cezbedici. Diğer bir deyişle, aslında programın kendisi bir sanat sunumu.
Mimariyi sanat olarak neredeyse inkâr eden biri olmama rağmen konuşulanlar felsefe, tarih, sosyoloji ve misafirin psikolojisini içerdiği için hoşlandığımı, anladığımı, merak ettiğimi, dahası ertesi gün düşünmeye devam ettiğimi fark ettim. Örneğin Aydan Volkan, Emre Arolat ve mimarlığının yanı sıra ressam ve enstalasyon sanatçısı olan Canan Tolon ile olan söyleşilerde ben de orada olmayı arzu ve hayal ettim; sohbet ve ortam öylesine o çekiciydi. Üstüne mimarlığı biraz olsun anlamaya ve değerini farkına varmaya başladım.
Bir diğer ilginç örnek de Sayın’ın Doç. Cevdet Erek ile yaptığı söyleşiydi. Mimarlığının yanında müzisyen de olan ve ses tasarımı, mekânsal ses, ses yerleştirmesi ve benzeri alanlarda eserleri olan Erek, mimariyi de bir ritim olarak ele aldığını anlattı. İşin içine müzik de girince haliyle ilgim arttı. Mimarisinin ve diğer büyük çaplı alan enstalasyonlarının bir tür yatay çokseslendirme (kontrpuan) ile besteleme olduğunu düşündüm. Eserlerindeki “parçalar ve aralarındaki boşluklar” adeta belli ton ve değerde notalardan oluşan bir melodi, mimari mekânında olunca da çoksesli bir besteye dönüşüyor. Bu durumda Erek’in ses-renk-sayı-harf birlikteliklerini hisseden “sinestetik” insanlardan biri olduğu teşhisini koymamak mümkün değil. Mimari ile ritim ve müziği birlikte bestelemek şeklinde sinestezi çok nadir rastlanan bir yetenek olsa gerek.
Tüm bunları yaşatan ve düşündüren Nevzat Sayın’ın Mim’ini seyreden sanatseverlerin benim gibi programın müptelası olması büyük bir olasılık. Bakarsınız bir sonraki bölümde ekran başında buluşuruz ve siz de “Mim’e bir mim koyarsınız”!
Pınar Aydın O’Dwyer
12 Haziran 2021, Ankara