TIP MESLEĞİNE ELEŞTİREL DOKUNUŞLAR
Tıp mesleği, sanatçı yetiştirmek konusunda daima çok mümbit topraklar sunmuştur. Sanatın her alanında başarılı kariyer yapmış sayısız hekim örneğine Dünya’da olduğu kadar Türkiye’de de sıklıkla rastlarız. Müziğin diğer sanatlara oranla hekimlerin daha fazla ilgisini çeken bir alan olduğunu ifade etmek çok iddialı bir sav olmaz. Türkiye’de her müzik türü içinde, tıbbi uzmanlık alanlarında da yetkinleşmiş isimlere rastlarız. Bugün makam müziğinde Alâeddin Yavaşça anıtsal bir konumdaysa, aynı titiz ustalığını jinekoloji uzmanlığında da göstermiş olması şaşırtıcı olmamalıdır. Yine senfonik müziğin kilometre taşlarından Bülent Tarcan’ın, Türkiye’de sinir cerrahisinin kurucu kuşağına mensup olması da, onun başarılı besteci kariyerini tamamlayan bir özelliktir. Daha birçok hekimin Türkiye'nin kültür dünyasına katkıda bulunmuş olduğunu rahatlıkla görebiliriz.
Hekim sözcüğü hikmet kavramından gelir. Bilgelik, deneyimle kazanılan bilgi, insani niteliklerinin gelişmişliği, ahlâki tutarlılık gibi birçok karakter özelliğini temellük etmiş kişi, insanlığı yüceltecek değerlerin, diğer bir deyişle hikmetin arayışında olandır. Hekim, bu anlamda, çağlar boyunca insana dair temel bir düşünüm etkinliğinin aktörü olması hasebiyle hikmetle anılan bir toplumsal rolü temsil eder şekilde tasavvur edilmiştir. Bu konumu, hekime, aslında tarihsel mirasının bir hediyesidir. Hekim, bir yandan kabilenin büyücüsü, yaşayanlar dünyasıyla ölüler âlemi arasında bağlantı kuran şamandır. Bunun bir diğer anlamı, yaşamın nabzını elinde tutmayı bilmek demektir; bu ise hem korkutucu hem saygı uyandırıcı bir iktidarın kaynağını oluşturur. Diğer yandan, hekim, insanın bedenine ve ruhuna onarıcı anlamda müdahale etme yetkisi olan yegâne mesleğin mensubudur. Bir insanın ölmüş olduğunu ilan etme yetkisinin yalnızca hekime tevdi edilmiş olması, hayati anlamda simgesel bir öneme sahiptir. Yaşamın (vios - βίος) denetçisi, ölümün efendisi olarak büyücü konumunu pekiştirir; çağlar boyunca hekimi ayrıcalıklı kılan, yaşayanlarla ölüler dünyası arasındaki ince çizginin bekçisi olma tekelini elinde tutması olmuştur.
HEM TABİP HEM BİLGE KİŞİ
Modern çağın başlangıcına kadar, hekim yalnızca tıp erbabı (tabip) değil, her şeyden önce bilge kişiydi. Eski çağın temel bilim alanlarının tamamına hâkim olan bir tamamlanmış (kâmil) insan konumunu işgal eden hekim, aynı zamanda matematik, geometri, astronomi alanlarında da üstün bilgi sahibi bir düşünürdü. Nitekim felsefe bu temel bilimlerin bileşimi sonucunda varılan bir düşünme yetisiydi; hikmet sevgisi (filo-sofia) olma özelliği buradan kaynaklanıyordu. Hipokrates'in, elbette kadim Mezopotamya bilgeliğini özümseyerek, şekillendirdiği bilim, yalnızca sağaltma uğraşını değil, esasen bir felsefi etkinliği içeriyordu. İbn-i Sina'nın çoğul düşünümü (en eski müzik kuram kitaplarından birinin yazarıdır), bir hekim olarak insana bütüncül ve bir düşünsel etkinlik olarak bakışıyla beslenmiştir.
Bilimsel bilginin çoğalıp çeşitlenmesi, modern çağda uzmanlaşmayı kaçınılmaz olarak öne çıkarmıştır. Diğer yandan hızla gelişen teknolojinin müdahalesi sayesinde, bilimler felsefi kökenlerinden ayrılarak teknik etkinlikler haline dönüştüler. Kuşkusuz bu süreçten en çok payını alan bilim yine tıp olmuştur. Bu engellenemez ve birçok açıdan gerekli bir uzmanlaşma sürecidir; ancak teknikleşme, tıbbı aynı zamanda trajik bir şekilde insanın toplumsal-psişik gerçekliğinden koparmıştır. Tıp fakültelerinde artık aşırı-teknikleşmiş, teknoloji-egemen ve hükmetme ideolojisini yeniden üreten, insana mesafelenmiş kendini yücelten bir eğitim ağır basmaktadır. Üzerine sosyal bilimlerde defteri çoktan dürülmüş salt araçsal bir pozitivizmin anakronik yüceltilmesi (nicelleştirme fetişizmi, powerpoint hakikati...) eklenince, hekim, içerdiği kökenbilimsel kaynakla bağını çoktan koparmış bir teknisyene dönüşmüştür. Belki de o yüzden mesleğin erbabının sıfatına (en azından Türkye'de) bugün hekimden ziyade "doktor" adını daha uygun görüyoruz. Bütün bilimler arasında yüksek lisans düzeyindeki mezununa "doktor" ünvanı verip üstelik bunu da tekeline alan; hatta ünvandan meslek adı türetme hakkını kendinde görerek "doktorluk" gibi anlamsız bir kavramı benimseyen tıp mesleği, eski çağın bilge yani hikmet sahibi insanlarını yetiştirmekten maalesef uzaklaşmıştır.
Ancak tıbbın içermesi gereken hikmeti, bilgeliği, kültür öncülüğünü kalbinde hisseden hekimler daima olmuştur. Sanat alanında yüz ağartıcı işler yapıp tıbbın bir düşünsel etkinlik olduğunu hatırlayan ve topluma hatırlatan hekimler, tekno-bilimsel çağımızla geçmişin bilgeliği arasında düşünsel bağlar kuran aydınlardır. Bu çok-boyutlu hekimler, aynı zamanda, iyi tahkim edilmiş zırhlarını aralayıp tıp mesleğinin eleştirisini yapma cesaretini, sahip oldukları aydın ahlâkı gereği bulanlardır.
BİRKAÇ KEZ DAMITILMIŞ BİR HEKİM
Göksel Altınışık, Türkiye'nin bu birkaç kez damıtılmış az sayıdaki hekiminden biri olarak, eski çağ bilgelerinin düşünsel ağırlığını eserlerine yansıtıyor. Göğüs hastalıkları alanında başarılı bir kariyerin sonucunda profesör olan Altınışık, yazı pratiğiyle bir aşk ilişkisi yaşayan yüz ağartıcı hekimlerimizden biri. Geçen yılın Aralık ayında yayınlanan kitabı (Lâkin Yayınları) Kalbimiz Attıkça, gerçek hasta öykülerinden yola çıkarak yalın, çarpıcı, kimi zaman acıklı kimi zaman komik, ancak duygu sömürüsü yapmadan insanlık durumlarını incelikli bir şekilde aktaran, kendi türünde özgül ağırlığı yüksek bir kitap; yazarın kaleminin sağlamlığı, kitabın değerini bir kat daha artırıyor.
Kalbimiz Attıkça'ya esin kaynağı olan öykü, kitabın başında yer alıyor. "Boşluğu Kaplayan İzler" başlıklı öyküde, tedavisi zor, sağkalımı kısıtlı, ölümcüllüğü kesin bir akciğer hastalığına yakalanma talihsizliğine kapılmış on sekiz yaşında genç bir kadın hastanın, Doktor Altınışık'ın insancıl ve en olumsuz durumlarda bile seferber edebildiği iyimser yaklaşımı sayesinde, kalan kısa ömrünü kendini aşma çabasıyla geçirmesi okuru yaşam ve ölümü, sağlık ve hastalığı sorgulamaya itiyor. Ayrıca genç kadının umutsuzluğuna karşı hekiminin ona yazmasını tavsiye etmesi, yaşamın süresi kadar niteliğinin de önemli olduğunu hatırlatıyor. Hasta genç kadın, hekiminin yönlendirmesine uyarak önce kendisine iyi geleceğine inandığı bir şey yapıp bilgisayar kursuna yazılmıştır. Ancak bu edinimi, onun hastalığı hakkında araştırma yapıp karamsarlaşmasına da yol açar. Diğer yandan, hekimin asıl tavsiyesi olan yazma etkinliğini gizlice sürdürmüştür. Hastalığın doğal ilerleyişi sonucunda bir süre sonra aniden ölür. Annesi hekime bir defter getirip değerlendirilmesini sağlamasını ister. Defter genç kadının izlenimlerini, notlarını, sonuna doğru da şiirlerini içermektedir. Göksel Altınışık, hastasının öyküsünü duru ve duyarlı bir anlatımla aktarırken, onun bu dünyaya bıraktığı şiirlerden bazılarına da öyküsünün içinde yer vermiş. Hekim, hakiki bir hikmet sahibi olarak hastasına mütevazı bir ölümsüzlük bağışlamış oluyor. Büyücünün bir başka büyücü ruhu daha giyinerek edebiyatçı kimliğiyle ölüme meydan okuyabilmesine tanık oluyoruz.
Kitabın diğer öykülerinde (“Kırmızı Yemeni”, “Yaşamın Anlamı”, “Başarının Ardındaki Ders”, “Bağışlamak”, “Yansımalar”, “Evimde Ölmek İstiyorum”, “Kalbimiz Attıkça”) hekimin asıl zorlu uğraşının, teknik bilgi ve deneyim değil, hastaya insani yakınlığı koruyabilme becerisi olduğunu görüyoruz. Bir yandan sistemli ve evrensel nitelikte bir uzmanlık bilgisini edinmiş olmak, diğer yandan hasta ve yakınlarına insani bir sorumluluk hissederek, vicdan rehberliğinde bir yaklaşım sergilemek, söylemesi kolay gerçekleştirmesi zor bir üslûp olsa gerek. Çeşitli nedenlerle (performans sisteminde hastaların nicelleştirilmesi, hastanelerin kapasite üstü çalışmaları, sağlık çalışanlarının hizmet verene hastaların müşteriye indirgendiği bir düzende, başta kamu aktörleri nezdinde olmak üzere ticari kaygıların ağır basması, siyasetçilerin ucuz popülizm uğruna başta hekimleri aşağılayıcı tavırlarının sürekli bir şiddet ortamını tetiklemesi, kötü uygulama (malpraktis) davalarının tehdidi, vb.) bu dengeyi korumayı başaramayan hekimlerin çoğunlukta olduğunu üzülerek görüyoruz. Ancak dışsal ve kurumsal etkenlerin dışında, tıp mesleğinin bir düşün meselesi olduğu bilincini çoktan yitirmiş bir tıp eğitimi sonucunda teknisyenleşmiş hekimlerin, hastayla ilişkilerindeki o ince dengeyi korumakta zorlandıkları da bir gerçektir. Göksel Altınışık’ı, bu zor koşullar altında, ısrarla ve kararlı bir şekilde duygu-bilgi dengesini korumak konusunda gösterdiği dirayet için kutlamalıyız. Bizatihi, hasta öykülerini bu şekilde kaleme alma isteği, hem mesleğe hem hastalara karşı bir vicdani sorumluluğu da içeriyor.
NİYE KALBİMİZ ATTIKÇA?
Kalbimiz Attıkça, çoğu ölümcül bir süreç içindeki hasta öykülerinin ardından, yazarın kendisine dair bir öz-değerlendirmesini de içeren “Kalbimiz Attıkça” metniyle son buluyor. Altınışık, bu denemede, hekimin gücünün ve sınırlılıklarının farkında olan, iktidardan başı dönmemiş, her hastayı teknik bilgi ve insani duyarlılıkla karşılayan, bu kolay bozulabilir dengeyi başarıyla koruyan bir uzmanın, aydın sorumluluğuyla, mesleğine hem sahip çıkan hem ona eleştirel bir açıdan bakabilen örnek bir tavrı sergiliyor. Kitabın “Son Söz”ü, Göksel Altınışık’ın, kitabın tamamında benimsediği bir ilkeyle, söyleyeceğini yan yollara sapmadan ifade eden özlü bir kısa ifadeyi içeriyor. Bu kez bir öykü yazarının edebi bilinciyle, yazılanların yazardan çıktıktan sonra, ondan bağımsızlaşan kendi serüvenlerine başladıklarını ortaya koyan Altınışık, salt belgeselcilik yapmadığının da farkında olduğunu hissettiriyor.
Kitap, çağımızın felsefe çıpalarından biri olan Hans Georg Gadamer’in Sağlığın Muamması, Bilim Çağında Sağaltım Sanatı (The Enigma of Health, The Art of Healing in the Scientific Age) adlı ünlü kitabından anlamlı bir alıntıyla kapanıyor. Hekimin işinin sınırlılıklarını derinlikli bir şekilde dile getiren bu alıntının sonuna da, tam Göksel Altınışık’ın uzmanlık alanına giren ölümcül hastalığıyla mücadele ederken bu kitabı okuyup yattığı hastanede hekim ve sağlık personeline de Gadamer’in bilgelik kapılarını açan Prof. Dr. Hasan Ünal Nalbantoğlu’na (1947-2011) bir saygı duruşu bulmak, ‘hoca’yı tanıma ve onun çekim alanına kapılma ayrıcalığına kavuşmuş olanlar için küçük bir sürpriz oluyor.
AYNI ZAMANDA ŞAİR
Göksel Altınışık’ın yegâne kitabı Kalbimiz Attıkça değil; Mart 2015’te basılmış olan bir şiir kitabı da var. Gelinciğin Yalnızlığı, Özdemir Asaf ve Ümit Yaşar Oğuzcan’ın kolunda yürüyen, ama yine de onlarla fazla hayranlık ilişkisine girmeden kişilikli bir duruş sergileyebilen bir şairin eseri. Şiirlerin renk tayflarından bazen Garip, nadiren İkinci Yeni, uzaktan Ataol Behramoğlu dalgalanıp geçiyor. İnsanın çelişkilerini, ikili ilişkideki yalnızlığı, anlaşılmamanın duygusal yükünü, ötekiyle hep dengesiz kurulan ve hep bir şeylerin eksikliğini hissettiren bağlantıyı, hayata uzaktan filozofça (hikmet-severlikle) bakabilen bir yalnız gözlemcinin, yıllar içinde biriktirdiği duygusal ve aklî tortuları, meraklı okuyucuyla şiir olarak paylaşan özel bir ruhun eserini keşfediyoruz. Şiirlerin izlenim ve hayat mayası dolu imgelemleri, ara sıra Attilâ İlhan’ın ‘yalnızgezer’inin not defterini de çağrıştırıyor. Ancak hepsinin kökeninde, ucu Yunus Emre’ye, Karacaoğlan’a kadar giden bir Anadolu deyiş sanatını hazmetmişlik yatıyor. Günümüzde Türkiye’de şiir okuyanın da yazanının da azaldığı bir ortamda, Anadolu ses çoğulluğu ve yalınlığını hissetmek, bu kasvetli toplumsal-politik cendereden, en azından ruhen uzaklaşmamızı sağlıyor. Göksel Altınışık poetikasının önemli bir özelliği, başından bir hale gibi eksik olmayan hüzün ile dirençli bir iyimserliğin iç içe olması; bu her şairde kolay rastlanır bir özellik değildir. Altınışık’ın bu kitaptaki şiirlerinin bazıları yine hekim olan bir arkadaşı (Prof. Dr. Çağatay Aydın) tarafından bestelenmiş. Özetle Göksel Altınışık, okurun dünyasına beyaz önlüğü kadar öyküyle, şiirle, müzikle sızmayı başaran bir düşün insanı. Ancak burada da kalmıyor: Göksel Altınışık şiirlerinin tamamını İngilizce’ye çevirmiş; böylece kitap uluslararası dolaşıma da girebiliyor. Nitekim Paris’teki ünlü İngilizce kitapçısı Shakespeare and Company’de Altınışık’ın kitabına rastlarsanız hiç şaşırmayın!
KARANLIK GÜNLERDE BİR MADENCİ FENERİ
Göksel Altınışık’ın şiirlerinde Nâzım Hikmet’in Yaşamaya Dair şiirindeki hayat öğütlerini iyi içselleştirmiş olgun bir ruh, uçarı bir umutla tamamlanıyor. Örneğin Beklemek şiiri, şu karanlık günlerimizde bize bir madenci feneri yakıyor gibi sanki: Bekliyorsan / bir son vardır düşlediğin / Neyi beklediğini / bilmesen de olur / Umudu koru / yeter ki içinde; / vazgeçmelere inat. Kırkta bir şiirinde ise umut saf bir hal alır: Kırk oda olsa, / Birinde sen. / Gözlerim hemen bulur/ Kapını. // Yüreğim korkar açmaya, / Ya yoksa… / Beklerim açıp çıkmanı / İçimde / Kırılgan bir umutla. Nihayetinde Göksel Altınışık insana dair olanı bütün yalınlığıyla anlatmayı becerebilen bir şair; büyücü yetisinden olsa gerek! (İnsanca) Su kristali bir yanım / Bir yanım demir / Bazen tüy kadar hafifim / Bazen o bile değil // Gülerken gözlerimin içi / Hüzünle kıvrılabilir dudaklarım / Başlarken son bulabilir / Hem umudum hem kaygım // Anlaşılmaz gelmesin / Ne de olsa insanım…
Göksel Altınışık, azmi bir aile hasleti olarak edinmiş bir düşünce insanı. Edebiyat öğretmeni olan annesi Nuriye Altınışık, kızına konuşmaya başladığı andan itibaren dilin inceliklerini kurallar ve imgeler tahterevallisinde deneyimlemesi için destek vermiş. İlk yazdıklarından başlayarak ilk eleştirmeni, en kararlı yüreklendiricisi olmuş. Babası Mustafa Altınışık, Fen Bilgisi öğretmeni olarak yıllarca çalıştıktan sonra, hayali olan tıp fakültesine girmeyi başarmış, iki yıl kızıyla aynı okulun öğrencisi olabilmiş ayrı bir bilge şahsiyet. Kararlı bir azim ve yapıcı bir hırsla tıp mesleğinde, profesörlük mertebesine kadar ulaşmış, hatta Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden dekan olarak emekli olmuş hayret ve saygı uyandırıcı bir entelektüel. Kızı da bunca başarılı tıp kariyerinin yanında, hayalini kurduğu sosyoloji eğitimini tamamlamak üzere, Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Sosyoloji Lisans Programı’ndan bu yıl sonunda mezun oluyor. Tıp eğitiminin etnosantrik ideolojisini hararetle savunanların aksine, sosyal bilimlerin tıp zanaatında ne kadar önemli olduğunu anlamlı bir şekilde gösteriyor.
Göksel Altınışık’ın, etrafına sağaltıcı radyasyon gibi yayılan iyimserliği, beraberinde getirdiği disiplinli çalışma, kararlılık ve insana dair umudu canlı tutma yetisiyle tamamlanıyor. İnsanın insana yabancı kaldığı bu garip ve adaletsiz çağda, en çok gereksinim duyacağımız beceri bu olsa gerek.
ALİ ERGUR
01 NİSAN 2017