T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın düzenlediği “Başkent Kültür Yolu Festivali”1 çerçevesinde 27.9.2023 tarihinde G. Puccini’nin Tosca adlı operası sunuldu. Ankara Devlet Opera ve Balesi’nin (ADOB) yapımı olan bu eserin 16.1.2023 temsili hakkındaki izlenimlerimi daha önce bu portala yazmıştım. (https://www.sanattanyansimalar.com/yazarlar/pinar-aydin-o-dwyer/sezon-ortasinda-tosca-uzerine/2927/ Erişim: 16.2.2023). Bu nedenle şimdi 27.9.2023 temsilinin sadece yorumlayıcı sanatçıları üzerine izlenimlerimi paylaşacağım.
Söz konusu festival kapsamında izlediğim Rigoletto temsili gibi Tosca’yı da, ki erken davranmama rağmen, ancak balkonun en arka sırasında bulabildiğim biletle seyredebildim. Festival organizasyonunun yararlarından biri daha çok sanatsevere, örneğin henüz opera ile tanışmamış olanlara ulaşılmasını sağlamak. Bu nedenle balkonun en arka sırasındaki yer için şikâyet etmeye hakkım yok. Ne kadar çok seyirci olursa o kadar mutluluk verici olur, sanatın olumlu etkisi paylaşıldıkça artar. Hatta keşke artan talep temsil sayısını da eski yıllardaki sayısına çıkartırsa! (www.sanattanyansimalar.com/yazarlar/pinar-aydin-o-dwyer/baskent-kultur-yolu-festivali-izlenimleri-1-rigoletto/3071/ Erişim: 29.9.2023).
İzlenimler
Tosca rolünde Seda Aracı Ayazlı için 16.2.2023 tarihli yazımda “Öylesine narin bir bedenden böylesine gökyüzünde dalgalanan bayrak kırmızısı bir sesin çıkabilmesi hayret verici, hayranlık uyandırıcı, heyecan doğurucu. Aracı Ayazlı’nın söyleyişi öyle ki bir de teatral oyuna asla ihtiyacı yok, onun sesi tiyatroda değil, bir opera sahnesinde olduğunun bilincinde.”, diye yazmışım. Bu temsilde söyleyişi için yine aynı cümleleri tekrar ediyorum.
Öte yandan sahne eserlerinde rejinin zamanla yerine oturduğu, mizansenlerin sanatçılarca içselleştirilip aslında olması gereken şekle dönüştüğü bilinen bir gerçek. Yeni izlediğim temsilde ne iyi ki Aracı Ayazlı’nın önceki “reji gereği Tosca’sı” Shakespeare’in Hırçın Kız’ından Puccini’nin anlatmak istediği Tosca’ya; güçlü, kararlı, cesur ve aşık gerçek Tosca’ya dönüşmüş.
Mario Cavaradossi rolünde bu temsile çıkacağı iki gün önce belli olan Aykut Çınar her şeye rağmen, sesinden geleni yaptı. Sahneye yakışan bir duruşu olan Çınar’ın deneyimli oluşunun sırrı orkestrayı dinlemeyi bilmesinde yatıyor olmalı. Çünkü orkestrayla beraber olduğu bölümlerde orkestrayla “et ve tırnak” gibi sarılmış gibiydiler. Onu dinlerken bir yandan da aklımdan, bir opera kurumunda bir eser repertuara alınacağı zaman mesela en az kaç deneyimli, kaç az deneyimli, kaç deneyim edinmeye hazır yetenekli genç tenor bulunmalıdır, sorusu geçti. Ne de olsa deneyim edinme şansı verilmeyenin deneyim edinme imkânı olamaz!
Baron Scarpia rolünde Eralp Kıyıcı ise balkonun en arka sırasında otururken bile adeta omuzumun dibinden söylüyordu. Yıllar içinde sesi küçülmemiş aksine daha şeffaf, daha berrak, sert kalkanından sıyrılmış, kalın mor damarlı ışığı geçiren mermer rengine dönüşmüş olan Kıyıcı’nın oyununa da derinlik eklenmiş. Şimdiye kadar izlediğim onca “Kıyıcı Scarpia’sı” arasında bu olgunluk dönemi “Puccini Scarpia’sı” genç sanatçılara değerli bir örnek olabilir. Ayrıca opera sanatına bir bütün olarak saygı duyan Kıyıcı’nın Scrapia peruğunu da takmış olarak sahneye çıkmış olmasının seyirci açısından ne kadar önemli olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim.
Emre Uluocak rolünü o denli inandırıcı şeklide oynadı ki ayağa kalkıp ölüm korkusuyla kaçan Cesare Angelotti’ye yardım etme ihtiyacı hissettirdi. Büyük ve etkileyici sesi akustiği iyi yüksek tavanlı bir katedralde şarkı söylüyormuş gibi yansıdı.
Zangoç rolünde Mert Özdemir yaz ayları boyunca ne ve nasıl yaptıysa sesi önceki sezon sonuna oranla büyümüş, derinleşmiş, hatta yükselmiş. Ayrıca belli ki örtüyü açıp mihraba yayıp yerleştirmeyi bile defalarca piyano çalışır gibi parmaklarıyla çalışmış. Müziği iyi analiz ettiğinden olmalı ki Puccini’nin zangoca uygun gördüğü ve müzikle tarif ettiği aksak adımları müziğin vurgularına uygun şekilde attı. Polis komiseri Spoletta rolünde Okan Başel, Sciarrone rolünde Levent Akev, gardiyan rolünde Mahir Kat ve çocuk çoban şarkısında Rüzgâr Aydın, sahne ciddiye alındığında küçük rollerin katkısının sanılandan çok daha fazla olduğunu kanıtladılar.
Bu temsille orkestra şefi Tolga Atalay Ün‘ün yönettiği bir eseri ilk kez izleme fırsatım oldu. Ün’ün hem orkestrayı hem de şancıları müzikal saygıyla dinlediğini fark ettim. Buna karşılık olarak orkestra da onun eline aynı saygıyla uyduğu için ortaya sahici bir “müzikal beraberlik” çıktı. Opera yönetmeye yakın zamanda başlamış olmasına rağmen Ün bence bundan sonra “Si bemol fobisi olan tenorlar” için de “sesini orkestranın üstüne çıkarabilmek için bağırma tonuna geçen sopranolar” için de birebir olacak. Çünkü “kırılgan cam koruyucusu koyu kıvamlı bir köpük” gibi kimin neye ihtiyacı olursa Ün orkestrayı o dozda, o hızda, o şekilde yönetiyor.
Elbette orkestrada da ayrıca tebrik edilmeyi hak ediyor. Öncelikle çello soloda Erdoğan Davran, flüt soloda Aytuğ Oral, klarnet soloda Gültekin Ulutaş, fagot soloda Sefa Erşahin ile Korno grubu’nu ve tüm ADOB orkestrası sanatçılarını kutlamak isterim. Unutmamak gerekir ki ne opera da ne de bale müziksiz “tam” olamaz!
Yazmadan edemeyeceğim: Yeni sezonun başlangıcında solistlerde de, koro ve orkestrada da “bireysellik yerine beraberlik” ruhu sezdim. Nedeni her ne olursa olsun bu ruhun devamını dilerim!
Pınar Aydın O’Dwyer
29 Eylül 2023, Ankara
Not: Türkçe üst yazılarda ilk defa hiç imla hatası olmadığı için bu yazıları hazırlayan Eda Akgün’ü tebrik ederim. Bir de programda rollerin adı Türkçe yazılsa seyirciler İtalyanca öğrenmek zorunda kalmayacaklar ve olayların akışını daha kolay takip edebilecekler.