Bir mucize oldu ve 9 Ocak 2023 akşamı yer bulup, Ankara Devlet Opera ve Balesi’nde (ADOB) sergilenen Giacomo Puccini’nin üç perdelik Tosca operasını seyredebildim! Düşünün 26 Nisan 2022’de Congressium sahnesinde prömiyeri yapılan eser hala kapalı gişe oynuyor; “basın mazereti!” ile bile yer bulmak mucize. Bunun nedeni Tosca operasının güzelliği ile yapımda yer alan sanatçıların başarılı olmasının yanı sıra sanatseverlerin pandemik sanat açlığıdır da mutlaka.
Yapım hakkında ayrıntılı bilgileri Sanattan Yansımalar portalının editörü Sayın Şefik Kahramankaptan 2 Nisan 2022’de yine bu portala yazmıştı1 Bu nedenle ben genel bilgileri tekrarlamayarak, doğrudan 9 Ocak 2023 temsiline ait izlenimlerime geçiyorum.
SAHNELEME ÜZERİNE
2022-23 yapımını sahnelemek üzere Prof. Zeliha Berksoy davet edilmiş. Berksoy’un seçilme nedeni kendisinin tiyatro sanatçısı ve hocası olmasından ziyade renkli kişilikli annesi Semiha Berksoy’un (1910-2004) 1934’te Atatürk’ün huzurunda ilk Türk operası Özsoy (A.A. Saygun) ile ülkemizde sahneye çıkan ilk kadın opera sanatçısı olarak, ardından da 1941’de ülkemizde ikinci perdesi oynanan ilk Tosca temsilinde başrolü oynayarak “Cumhuriyet’in sembol opera sanatçısı” olması. Annesinin o Tosca’sından beş yıl sonra 1946’da doğan kızı Prof. Zeliha Berksoy 1996 yılında büyük bir isabet ve değerbilirlikle ulusal opera sanatına hizmet amacıyla annesinin anısına Semiha Berksoy Opera Vakfı'nı kurmuştur. Ancak Zeliha Berksoy’un operadan ziyade Brecht eserleri sahneleme üzerine özel eğitimi ve büyük deneyimi olduğu sanatseverlerce bilinen bir gerçek.
Tüm bu bilgiler 9 Ocak gecesi Tosca sahnelemesinde gördüğüm sahneleme özelliklerini açıklıyor. Öncelikle opera rejisi tiyatrodan farklı olarak müzik ve şan unsurlarına haiz olması nedeniyle bilgi ve deneyim gerektiren özel bir alan. Sahneye giriş çıkışların müziğe uyumundan başlayıp, orkestra şefini takip ederek şarkı söyleme gereği, müziğin devam edip o sırada sahnede sanatçı olmayan veya sahnede sanatçı da olsa müziğin ve mizansenin şarkısız sürdüğü bölümlerin reji zorlukları, operada bir yandan şarkı söylerken mimik ve jestlerin tiyatrodan farklı olması gereği ve benzeri durumlar müziğin baskın unsur olduğu opera rejisinin başat özelliklerinden bazıları. Bir de bunlara kuliste bekleyen koronun zaman alan sahneye giriş çıkış akışı, balerinler, figüranlar ve ancak opera rejisörlerinin malumu olan diğer birçok özellik eklendiğinde deneyimsiz bir opera rejisörünün önünde tek seçenek kalır: Ufak dekor kostüm değişiklikleri yaparak daha önce yapılanı tekrarlamak ve daha önce oynamış olan sanatçıların fikrini almak. Nitekim Prof. Berksoy’un tiyatro pratiği Tosca’da deneyimli sanatçıların pratiği ile birleşince teorik olarak “eklektik” şeklinde tanımlanabilecek bir reji ortaya çıkmış. Kahramankaptan’ın bu yapım üzerine kaleme aldığı 27 Nisan 2022 tarihli yazısında Zeliha Berksoy’a yönelik olarak “Ama kendisinden operayı hangi anlayışla sahnelediğine dair, bazı ayrıntıları içeren bir yazı beklerdik. Zaten bu tür operalarda rejinin dokunuşları daha çok ayrıntılarda gizlidir.”, diye yazmış.2 Gerçekten de eğer Prof. Berksoy reji bakış açısını yazmış olsaydı, örneğin Roma’daki Sant’Andrea della Valle Katedralinde Vatikan askerlerinin ne işi olduğunu anlayabilirdik. Aynı şekilde olayların geçtiği 1800’de hem kabarık beyaz peruk takan, hem günümüzün modası özel makinayla sıfıra yakın erkek tıraşı olmuş; hem 18’inci yüzyıl İtalyan modası üç köşeli şapkalı ve hem de eserde düşman olarak tanımlanan Fransız Napolyon tarzı iki köşeli yana çevrili yassı şapkalıların sahnede yan yana dolaşmalarıyla ortaya çıkan “yüzyıllar içinde saç ve şapka modelleri defilesinin” dramaturjik açıdan açıklamasını öğrenmiş olurduk. Diğer bir deyişle hem farklı dönemlerin sembolü saç biçimlerinin hem de ülkenin düşmanlarının sembolü tarzında şapkaların beraber kullanılışı oldukça kafa karıştırıcı. Napolyon’dan nefret eden bir polisle Napolyon tarzı şapka takan bir polisi sahnede yan yana görünce nedenini anlamaya çalışan birinin kostüm-şapka tarihi kitaplarına, sitelerine gömülmesi gerekiyor.3,4 Oysa hepsinin mantıklı bir açıklaması vardır mutlaka.
Söz gelimi, polis şefi Spoletta’nın Nazi dönemi SS tarzı uzun siyah deri pardösüsünün kökeni ise mutlaka Berksoy’un Brecht geçmişinde yatıyordu. Keşke gizli ajan Sciarrone de deri pardösü giyseydi ki gizliliğin sembolü olarak siyah derinin bir anlamı olurdu. Ve keşke tüm reji Brecht’vari olsaydı, hiç değilse bütüncül ve orijinal bir yorum olurdu diye düşündüm.
Eserin ilk perdesinin geçtiği Sant’Andrea della Valle Kilisesinin mimarisi rejisörlere her zaman zorluk çıkarmış temelde haç şeklinde dikdörtgen bir yapı. Sunak dikdörtgenin dip duvarında, yanlarda ise şapeller (özel dua odaları) yer alıyor ki bunlar da haçın kısa kollarını oluşturuyor. Opera sahnesinde sunak tam karşıya konulduğunda dua etmeye gelip sunakta haç çıkaranların kapının bulunduğu seyirci tarafından sahneye girmesi gerekir ya da yan kapılardan. Yan kapılardan koronun giriş çıkışının zor olması nedeniyle Tosca’da kilise genellikle şapel sağda olacak şekilde, yandan kesitli veya çapraz açılı dekorla sunulur. Bu durumda bile ressam Mario Cavaradossi’nin yaptığı resmin mimariye ve rejiye göre hangi duvara denk düşmesinin daha uygun olacağı hep sıkıntılı bir karardır. Velhasıl sahne için çözümü sorunlu mimari rejisöre de sorun çıkarmış olmalı ki, ziyaretçiler ve koro sol arkadaki bir kapıdan girip çıkıyor, şapel ise tam orta arkada. Kiliseye girişte bulunması gereken kutsal suyun yeri ile sunak eksik kalsın, kaçakların kaçış kapısı ve ressamın yaptığı resmin yeri belli olsun yeter!
İşte burada vahim bir durum ortaya çıkıyor: Congressium sahnesi için planlanan dekor ADOB’a sığmayınca yan kenarları katlanmış, bu yüzden de ancak salonun sahneye göre sağında oturanlar Cavaradossi’nin yaptığı resmi görebildiler, solunda oturanlar ressamın neden bir merdivene çıkıp indiğini anlayamadılar. Tüm bunların yanında son sahnedeki Sant’Angelo Kalesinin (ADOB Programında “kilisesi” yazılmış!) tepesindeki devasa melek heykelini sağa mı, sola mı yoksa ortaya mı konulması kararı o kadar önemsiz kalıyor ki, ayağına dolanmadan upuzun peleriniyle “Tosca’nın bir kenardan atlayacağına surların ortasından atlaması daha dramatik olmaz mıydı” düşüncesi akla bile gelmiyor. Sözlerim dekor ve kostüm tasarımına değil (kızım misali), sonuçta konsepte karar yetkisi sahneye koyucunundur (gelinim misali).
SANATÇILAR ÜZERİNE
Kahramankaptan “Özgürlükçü Cavaradossi’lerin Yolu Hep Açık Olsun” başlıklı yazısında rejiyi “Berksoy'un Tosca'sında başlıca üç rol, polis şefi Scarpia, şarkıcı Tosca ve ressam Cavaradossi seslerinin ötesinde teatral olarak konumları iyi ve güçlüce vurgulanacak biçimde işlenmişlerdi. Tiyatronun gücü, iyi seslerle birleşince ortaya dramatik dozu hayli yüksek sahneler çıkmıştı.”, cümleleriyle yorumlamış2. Bu yoruma katılmamak elde değil. Ancak her eline geçirdiğini ortalığa atıp saçan hiddetli “teatral” Tosca, aşırı uzun peleriniyle geriye doğru adım atmaya kalkınca dramatiklikten eser kalmıyor.
İşte o anda “teatral rejinin azizliğinin” imdadına “opera müziği” ve daha da önemlisi Seda Ayazlı’nın dramatik etkili sesi yetişiyor. Öylesine narin bir bedenden böylesine gökyüzünde dalgalanan bayrak kırmızısı bir sesin çıkabilmesi hayret verici, hayranlık uyandırıcı, heyecan doğurucu. Ayazlı’nın söyleyişi öyle ki bir de teatral oyuna asla ihtiyacı yok, onun sesi tiyatroda değil, bir opera sahnesinde olduğunun bilincinde.
Ressam Mario Cavaradossi rolünde Emre Akkuş’un sesi “denize düşen güneş ışığı gibi umut veren” bir ses (Bu cümle eserin sözlerinden alınmıştır). Bu roldeki birçok tenorun karşılaştığı türden “tiz nota azizliği” şeklinde bir sorun çıkabileceğini hissettiği anda sesini zorlamaması da çok akıllıca. Mimikleriyle yeri geldiğinde sırılsıklam aşık bir erkek, yeri geldiğinde cesur bir özgürlükçü, özünde dengeli bir ressam Cavaradossi portresi çizen Akkuş’un finaldeki “E lucevan le stelle” (Ve yıldızlar parlamaktaydı) aryası seyircilerden güzel bir alkış aldı.
Baron Scarpia rolünde Erdem Baydar teatral rejiden nasibini almıştı. Bir an Charlie Chaplin’in Diktatör karakterini andıran alaycı, bir an malum zalim Scarpia yorumu alışageldiğimizden çok farklı ve dikkat çekiciydi. Aşağılayıcı alaycılık ile ihtiraslı sadizm ifadeleri, söyleyişinde de anlık değişimlerle kendini gösterdi. Baydar’ın bu çift kişilikli kendine özgü Scarpia’sı gibi bir yorumla ilk kez karşılaştığım için beni çok düşündürdü.
Cesare Angelotti rolünde Emre Uluocak hem söyleyişi hem de oyunuyla gerçekten aç ve bitkin bir kaçaktı. Hem Uluocak’ın yorumu hem de Zangoç rolünde Mahir Kat’ın yorumu merhum usta sanatçı Ayhan Ahıskal‘dan beri ne zamandır özlemi çekilen türden, rolünü başrol gibi benimseyen, üzerinde düşünerek, role girerek oynayan gerçek sanatçıların ortaya çıkardığı inandırıcı profillerdi. Spoletta rolünde Okan Başel, Sciarrone rolünde Emin Özdemir, gardiyan rolünde Kaan Çelikcan da “sanatçı sorumluluğu” ciddiye alınınca yan rollerin de temsilde ne kadar etkili olabileceğini gösterdiler. Çocuk çoban rolünde Eylül Yaren Barak’ın saf çocuk sesi ve hatasız söyleyişi herkesi derinden etkiledi.
Şef Sunay Mutarov ve başkemancı Deniz Aydın ile ADOB orkestrası; özellikle de çello solosuyla Erdoğan Davran, flüt solosuyla Aytuğ Oral, klarnet solosuyla Gültekin Ulutaş ve Çiğdem Aytape’nin hazırladığı ADOB Korosu büyük bir alkışı hak ettiler.
SON SÖZ
ADOB’da aynı sezonda sunulan Tosca ve Andrea Chénier operaları bu eserlerin arasındaki konu benzerliğini gündeme getirmiş oldu. Konularının geçtiği dönemler ve ülkeler farklı da olsa özgür ruhlu ressam Mario Cavaradossi ile bir onun kadar özgür ruhlu şair Andrea Chénier, ölüme gitme pahasına kendileri gibi özgürlükçü dostlarına yardım etmeyi göze alan iki karakter. Bazı eleştirmenler Puccini’nin operaları için “kiç (yoz!) eserler” yorumu yapıyorlar ve seyirciyi duygulandırmakta kolaya kaçan, gerçekçi (Verismo) türünde de olsa günlük gazetelerin magazin haberlerine fazlaca benzeyen anlatımlar olduğunu ifade ediyorlar.5 Puccini’ye söz söylemek kimsenin haddine değil elbette. Ama doğrusu ya Umberto Giordano’nun Andrea Chénier’si insanı daha derinden kavrıyor ve zihinden çıkmıyor.6
En iyisi, “kıskanç Floria Tosca ile uysal Maddalena de Coigny’nin kişilikleri pek benzemese de Mario Cavaradossi ile Andrea Chénier tanışsalardı yaşam boyu dost olurlardı”, diyerek orta yolu bulayım!
PINAR AYDIN O'DWYER
16 Ocak 2023, Ankara
Notlar: 1. Temsil esnasında fotoğraf çekmek yasak olması kuralına uyduğum için sadece selamdaki fotoğrafları çekebildim. Diğerleri için ADOB Basın’a teşekkür ederim.
2. Önceki yıllarda sözlerin çevirisinin yer aldığı üst yazılardaki hataların neredeyse yok denilecek kadar azalmış olmasını kutlarım.
1 Şefik Kahramankaptan: Kuşaktan Kuşağa Tosca www.sanattanyansimalar.com/yazarlar/sefik-kahramankaptan/kusaktan-kusaga-tosca/2751/ Erişim: 2.4.2022
2 Şefik Kahramankaptan: Özgürlükçü Cavaradossi’lerin Yolu Hep Açık Olsun www.sanattanyansimalar.com/yazarlar/sefik-kahramankaptan/ozgurlukcu-cavaradossilerin-yolu-hep-acik-olsun/2771/ Erişim: 27.4.2022
3 Antonio Sandre: Il Costume Nei Tempi. Cilt II. Scuola Tagilo Moderno, 1961.
4 https://www.masterclass.com/articles/hat-styles-explained. Erişim: 11.1.2023
5 Charles Roka: Kiç Yaşama Hizmet eder. Çev: Ahmet Feyzi Korur. Rh+Sanart dergisi, Sayı: 42, 2007
6 Pınar Aydın O’Dwyer: Andrea Chénier: Daha Muhteşem Yılbaşı Hediyesi Olamaz! https://www.sanattanyansimalar.com/yazarlar/pinar-aydin-o-dwyer/andrea-chenier-daha-muhtesem-yilbasi-hediyesi-olamaz/2913/ Erişim: 1.1.2023